|
| Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
CİHAD-I AŞK Süper Üye
Mesaj Sayısı : 249 Nerden : malatya Kayıt tarihi : 04/10/08
| Konu: Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Perş. Mayıs 07, 2009 4:58 pm | |
| Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti
Medine’ye Hicretin Başlaması
Peygamber Efendimiz ile Medineli Müslümanlar arasında cereyan eden Akabe bîatları ve yapılan anlaşmalar, Müslümanlar önünde yep yeni emniyetli bir saha açıyordu İnançlarını burada serbestçe söyleyebilecek, ibâdetlerini serbestçe ifa edebilecek, dinlerini korkmadan ve çekinmeden yayabileceklerdi Çünkü, Medine’nin iki güçlü kabilesi olan Evs ve Hazreç onlara kucaklarını açmış, her hal u kârda kendilerini koruyacaklarına ve yardımlarını esirgemeyeceklerine dâir vaadde bulunmuşlardı İslâm güneşinin Medine’de bütün haşmetiyle parlayacağı şimdiden gözüküyor gibiydi
Müşrikler, Müslümanların bu emniyetli yere göç edeceklerinden endişe duyarken, Resûl-i Ekrem, hızla İslâmlaşan bu yeni yurdun bir an evvel İslâm merkezi haline gelmesi için her türlü gayreti gösteriyordu
Mekke’de oldukça nazik bir devre yaşanıyordu Hz Resûlullahın Medinelilerle anlaşma akdettiğini duyan müşrikler, Müslümanlara karşı olan zulüm ve işkencelerini daha da arttırdılar Mesele, âdeta bir ölüm kalım meselesi haline gelmişti
Mekke’de hayat, onlar için bir azab; içilen su, teneffüs edilen hava, sanki yakıcı bir ateş olmuştu
Müslümanlar bu sıkıntılı ve acı durumlarını Peygamber Efendimize arzettiler ve hicret için izin istediler Resûl-i Ekrem, ilk önce, kendisine böyle bir müsâadenin henüz verilmemiş olduğunu belirtti Ancak, bu açıklamasının üzerinden daha bir kaç gün geçmişti ki, sevinç içinde hicret müsâadesinin verildiğini Müslümanlara şöyle bildirdi:
“Sizin hicret edeceğiniz yurdun, iki kara taşlık arasında hurmalık bir şehir olduğu bana gösterildi ve bildirildi Mekke’den ayrılmak isteyen oraya gitsin Medineli Müslüman kardeşleri ile birleşsin Yüce Allah, onları size kardeş yaptı ve Medine’yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı”1
Görüldüğü gibi, Kureyşli müşriklerin Müslümanlar üzerindeki tehdit ve baskısı, İslâmı “yaşamak” ve “neşretmek” şartlarıyla hayatta kalmaya imkân vermeyecek bir dereceye ulaşınca, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz hicrete izin vermiştir2 Hz Âişe’nin, “Mü’min dini için Allah’a veya Resûlüne hicret etmek zorunda idi Zira, dinini yaşamaktan menedilmesi korkusu vardı” sözü bu durumu ifâde eder3
“Şu halde hicret, bazı kereler yanlış olarak ifade edildiği gibi bir kaçış değil, bir arayıştır Dinin tamamen yok edilme noktasına gelen tehdit ve tehlikelerden kurtarılarak yaşatılmasına müsait vasatın aranmasıdır
“Din, kendisine gaye olarak, fiilen yaşanmayı tesbit etmiştir Bulunulan yerin şartları, bu gâyenin tahakkukuna imkân vermeyecek duruma geldi ise, oradan hicret etmek şarttır; dinen vecibedir, vazifedir Bu duruma düşen kimseleri, hicret etmediği takdirde Kur’an-ı Kerim mâzur addetmiyor ve kesinlikle sorumlu tutuyor4 Bunlar, dinlerini yaşayabilecekleri uygun bir yer aramakla mükelleftirler”5
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bu müsâadeden sonra “dini yaşayıp neşredebilmek için müsâit yer arama gayreti” olan hicret hareketini inceden inceye düşündü Müslümanlara hicret ederken ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkıya tenbih etti Müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük gruplar halinde yola çıkmalarını tavsiye buyurdu
Peygamber Efendimizin bu müsaâde ve tavsiyelerinden sonra Müslümanlar, bu hareketlerine engel olacak müşriklerin dikkatlerini çekmeyecek şekilde birer ikişer veya küçük gruplar halinde Medine’nin yolunu tuttular
Herkesten önce Mekke’den Medine’ye hicret etmek üzere ayrılan Sahabî Ebû Seleme İbn-i Abdi’l-Esed idi
İşin farkına varan Mekkeli müşrikler, görebildiklerini ve yakalayabildiklerini geri çeviriyorlardı İslâm dininden vazgeçirmek için her türlü çâreye başvuruyorlardı Öyle ki, gerektiğinde kadınları kocalarından ayırıyor ve kocalarıyla beraber göç etmelerine karşı çıkıyorlardı Bazıları da hapsi boyluyordu Fakat, dahilî bir harbin patlamasına sebebiyet verebilir diye kimseyi öldürme cihetine gitmek istemiyorlardı Bunun dışında akla hayâle gelecek her türlü eziyet ve işkencelerle Müslümanları hicret etmekten vazgeçirmeye çalışıyorlardı Fakat Müslümanlar kat’i kararlarını vermişlerdi ve ne pahasına olursa olsun Medine’ye göç edeceklerdi Nitekim her engeli aşarak hicretlerine devam ettiler
Onlara nurlu ufuklar şimdiden gülümsüyordu Baskı ve zulüm çemberinden kurtulup hür ufuklara doğru kanat açıyorlardı Zaten, Medine ve Medineliler de onları dört gözle bekliyorlardı | |
| | | CİHAD-I AŞK Süper Üye
Mesaj Sayısı : 249 Nerden : malatya Kayıt tarihi : 04/10/08
| Konu: Geri: Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Perş. Mayıs 07, 2009 5:00 pm | |
| Hz Ömer’in hicreti
Sâir Müslümanlar gizli gizli hicret ederken, Hz Ömer kılıcını kuşandı Yayını, oklarını ve mızrağını alıp Kâbe’ye gitti Açıkça Kâbe’yi 7 sefer tavaf etti Orada bulunan müşrik ele başlarına cesaretle şöyle seslendi:
“İşte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum Karısını dul bırakmak, anasını ağlatmak, çocuklarını öksüz bırakmak isteyen varsa şu vadide önüme çıksın!”1
Bu pervasızca seslenişten sonra, yirmiye yakın Müslümanla gün ortasında Medine’nin yolunu tuttu Müşriklerden hiç biri arkalarına düşme cesaretini gösteremedi
Böylece bir kaç ay içinde Müslümanların büyük bir kısmı Medine’ye yerleşmek üzere Mekke’den ayrıldı Geride Peygamber Efendimiz, Hz Ebû Bekir, Hz Ali ile yol tedâriki göremeyecek kadar yoksul olanlar, yolculuk yapmaya takatı bulunmayanlar ve müşrikler tarafından hapsedilenler kaldı
Resûl-i Ekrem Efendimiz de hicret etmek niyetinde idi Fakat, bu hususta Cenab-ı Hakkın iznini bekliyordu Hatta, Hz Ebû Bekir Medine’ye hicret etmek arzusunu izhar ettikçe, “Sabret! Umulur ki, Allah Teâla, sana bir arkadaş ihsan eder” buyururdu
Müşriklerin telâşı
Peyder pey Medine’ye hicret eden Müslümanları, Evs ve Hazreç kabileleri son derece güzel karşıladılar Kendilerine yer gösterip barındırdılar Evli muhacirler, evli Medineli Müslümanlar tarafından misafir edildiler Bekâr muhacirler ise, Kubâ’da oturan bekâr Sahabî Sa’d bin Hayseme’ye misafir oldular
Kureyş müşrikleri hicret eden Müslümanların Medineli Müslümanlar tarafından korunduklarını, yardıma mazhar olduklarını ve onlarla birleşip kuvvetlendiklerini görünce telâşa kapıldılar Hele, Peygamberimizin de bir gün hicret edip, başlarına geçeceğini, kendilerine karşı savaşabileceğini ve gerektiğinde Şâm ticâret yollarını bile kesebileceğini düşününce telâşları büs bütün arttı
Derhal bu hususu görüşüp tedbir almak için Dârü’n-Nedve’de toplanmayı kararlaştırdılar
Dârü’n-Nedve; Resûl-i Ekrem Efendimizin atalarından Kusay bin Kâb’ın, kapısı Kâbe’ye bakan konağı idi Kureyş ileri gelenleri mühim işlerini hep burada toplanıp konuşur, meşveret ederlerdi
Peygamber Efendimizin işini görüşmek üzere de, daha önceden kararlaştırdıkları günün sabahında Dârü’n-Nedve’de bir araya geldiler
Bu sırada düzgün giyimli, cin bakışlı bir ihtiyarın kapıda dikilip durduğunu gördüler Tanımadıkları bu adama, “Kimsin?” diye sordular
“Necidli bir ihtiyarım,” diye cevap verdi adam “Böyle bir toplantının yapılacağını duymuştum Ben de katılıp fikirlerimi söylemek istedim Uygun görüp görmediğim tedbirler hususunda mütalâalarımı beyan etmek istiyorum!”
Kureyşliler, “Olur, gir!” dediler ve onu içeri aldılar
Aslında ihtiyar, insan suretine girmiş bir şeytandı
Verilen korkunç karar Toplantıda yüz kadar Kureyşli bulunuyordu Alınacak karardan hemen haberleri olmasın diye, Hâşimoğullarından sadece İslâm düşmanı Ebû Leheb alınmıştı
“Muhammed için ne gibi bir tedbir almamız lâzımdır?” diyerek meseleyi görüşmeye açtılar
Bazıları, “Onu zincire vurup hapsettirelim” fikrini ileri sürdüler
Necidli bir ihtiyar suretine girmiş olan Şeytan, “Hayır” dedi “Vallahi bu görüşünüz uygun değildir Siz onu hapsettirecek olursanız, bunu duyan arkadaşları üzerinize yürürler Onu elinizden çekip alırlar Onun telkin ve propagandası ile çoğalarak bu işte size galip gelirler Siz başka bir tedbir düşününüz”
Bunun üzerine bazıları, “Onu aramızdan, memleketimizden sürüp çıkaralım! Aramızdan ayrıldıktan sonra nereye giderse gitsin” dediler
Necidli ihtiyar tekrar söz aldı ve şöyle dedi:
“Hayır, vallahi, bu düşünceniz de yerinde değildir Onun sözünün güzelliğini, tatlılığını, getirdikleri ve tebliğ ettiği şeylerin insanların kalblerine hâkim olup durduğunu görmüyor musunuz? Onu aranızdan kovacak olursanız, o da Arap kabileleri arasında dolaşır ve onlara hâkim olur Sonra da üzerinize yürüyerek, size istediğini yapabilir Onun için siz başka birşey düşününüz!” dedi
Sonunda Ebû Cehil söz aldı ve “Vallahi, ben onun hakkında hiç bir zaman düşünemeyeceğiniz bir tedbir düşündüm” dedi
“Nedir o?” diye sordular
Ebû Cehil fikrini şöyle açıkladı:
“Onu öldürmekten başka çâre yoktur Bunun için de, aramızda her kabileden güçlü kuvvetli birer delikanlı seçeriz Sonra onların herbirine keskin birer kılıç veririz Hepsi birden onu vurup öldürürler Böylece ondan kurtulmuş oluruz Kimin öldürdüğü de belli olmaz Böyle olunca da Haşimiler, bütün kabilelerle çarpışmayı göze alamazlar ve çâr nâçar diyete razı olurlar Biz de diyetini ödeyip meseleyi hallederiz”
Necidli ihtiyar kılığına girmiş olan Şeytan ileri atıldı ve “En doğru fikir ve uygun çâre budur” dedi
Diğerleri de Ebû Cehil’in bu görüşünü kabul ettiler ve dağıldılar1 | |
| | | CİHAD-I AŞK Süper Üye
Mesaj Sayısı : 249 Nerden : malatya Kayıt tarihi : 04/10/08
| Konu: Geri: Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Perş. Mayıs 07, 2009 5:02 pm | |
| Peygamberimizin evinin kuşatılması
Plân gereği her kabileden seçilmiş eli kılıçlı iki yüze yakın müşrik, gecenin üçte biri geçince, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin evinin önünde toplandılar İçlerinde Ebû Cehil, Ebû Leheb ve Ümeyye bin Halef gibi azılıları ve elebaşıları da vardı Katiller, gecenin geçmesini, aydınlığın etrafı sarmasını ve Fahr-i Âlem’in evinden çıkmasını bekliyorlardı Zira, âdetlerine göre, bir adamı evinin içinde katletmek korkaklığın en âdisi sayılırdı
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, eli kılıçlı katillerin Hâne-i Sâadetinin etrafını sardıkları sırada evinden çıktı Yerden aldığı bir avuç toprağı başlarına attı ve “Yasîn Sûresi”nin ilk sekiz âyetini okudu İçlerinden hiç biri onu görmedi çıkıp gitti
Bir müddet sonra yanlarına bir hemşehrileri uğradı:
“Burada ne bekleyip duruyorsunuz?” diye sordu
“Muhammed’i bekliyoruz” dediklerinde, “Muhammed, sizin başınıza toprak saçıp ve içinizden çıkıp gideli hayli vakit olmuş Hele bir kere üstünüze başınıza bakınız” diyerek gözü dönmüş katillerle âdeta alay etti
Birbirlerine baktılar Üzerlerinin toz toprak içinde kalmış olduğunu gördüler Şaşırıp kaldılar Derhal Hane-i Sâadetin içerisine baktılar İçerde birinin abaya sarınıp bürünerek yattığını görünce, “İşte, Muhammed yatıyor” diyerek beklemeye devam ettiler Tâ ortalık ağarıncaya kadar
Sabahleyin Resûl-i Kibriyâ Efendimiz yerine Hz Ali’nin yataktan doğrulup kalktığını görünce, bütün bütün şaşırdılar ve “Vallahi, bize söylenen doğru imiş” dediler
Sonra da Hz Ali’ye, “Muhammed nerede?” diye sordular
Hz Ali, “Bilmem” deyince hayrette kalıp ne yapacaklarını şaşırdılar
Cenâb-ı Hak, bu münâsebetle indirdiği âyet-i celîlede şöyle buyurdu:
“Hani kâfirler, bir zaman seni yakalamak, öldürmek ve yurdundan çıkarmak için bir tuzak kurmaya kalkmışlardı Onlar tuzak kurar, Allah da tuzaklarını başlarına geçirir Allah, hileyi hile ile cezalandıranların en hayırlısıdır”1
Sevr Mağarasına gidiş Hâne-i Sâadetinden çıkan Resûl-i Ekrem Efendimiz, doğruca Hz Ebû Bekir’in evine vardı Kendileri için acele sefer malzemesi hazırlandı ve bir dağarcığa bir miktar azık kondu
Sonra, Resûl-i Ekrem Efendimizle Hz Ebû Bekir evin arkasındaki küçük kapıdan çıktılar ve Mekke’nin aşağısındaki güney batısına düşen, şehre üç mil takriben bir saat uzaklıkta bulunan Sevr Dağına doğru yol aldılar
Hz Ebû Bekir, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin kâh önüne geçerek yürüyor, kâh arkasında kalarak yol alıyordu Efendimiz, “Yâ Ebâ Bekir! Niçin böyle yapıyorsun?” diye sordu
Hz Ebû Bekir, “Önünüzü arkanızı gözetlemek, sizi korumak için yâ Resûlallah” diye cevap verdi
Cum’a gecesi Sevr Mağarasına vardılar
Mağara oldukça ıssızdı Önce Hz Ebû Bekir içeri girdi Yeri temizleyip düzeltti Mağaradaki delikleri elbisesini yırtarak tıkadı Yetmeyince, geriye kalan bir deliğe de ayağını dayadı Sonra Fahr-i Âlem Efendimizi içeri dâvet etti
Resûl-i Ekrem içeri girdi ve mübârek başını Sıddık-ı Ekber’in dizini dayayarak uyudu
Az sonra, Hz Ebû Bekir deliğe dayadığı ayağında müthiş bir acı hissetti Yılan ısırması olduğunu anladı Fakat, delikten ayağını çekmedi Hatta, Kâinatın Efendisi uykudan uyanabilir diye yerinden bile kımıldanmadı Canı öylesine acıdı ki, gözlerinden ister istemez yaş aktı Akan gözyaşlarının bir kaç damlası mübârek yüzlerine damlayınca Resûl-i Kibriyâ Efendimiz uyandı ve “Ne var, yâ Ebâ Bekir?” diye sordu
Sadakat timsali Hz Ebû Bekir, “Yâ Resûlallah! Ayağımı bir şey soktu Ama mühim değil Anam babam sana fedâ olsun” diye cevap verdi
Resûl-i Kibriyâ, yılanın soktuğu yeri mübarek tükürüğü ile meshetti Allah’ın lütfu ile acı derhal kayboldu ve Sıddık-ı Ekber şifâ buldu
O anda Allah’ın emriyle bir örümcek gelip mağaranın ağzına ağını gerdi, bir çift güvercin ise gelip yuva kurdu1 Bu hayvanlar, Resûl-i Kibriyâ ve Hz Ebû Bekir’i bütün Kureyş’e karşı korumak için nöbettârlık etmeye başlıyorlardı
Resûl-i Kibriyâ Efendimizi Hâne-i Sâadetinde bulamayan müşrikler fazlasıyla sıkılıp üzüldüler Derhal Mekke’nin her tarafını didik didik aramaya koyuldular Hz Ebû Bekir’in evine vardılar Onu da bulamayınca büs bütün öfkelendiler
Mekke’de Resûl-i Kibriyâ Efendimizi (asm) bulamayınca bu sefer tellal çağırttılar:
“Muhammed’i ve Ebû Bekir’i bulup getirene veya öldürene yüz deve veririz”
İçlerinde ne kadar hırsız, cani ve gözü dönmüş var ise, bu ilânı duyunca, kimi eline kılıç, kimi de sopalar alarak Mekke’nin dışına çıktılar ve etrafta koşuşturmaya başladılar
Arayıcılar, yanlarına Müdlicoğullarından iki iz takib edici de almışlardı Resûl-i Ekrem Efendimizle, Hz Ebû Bekir’in izlerini buldular Takip ede ede gelip Sevr Dağının eteklerine dayandılar
İzcilerden biri, “Vallahi” dedi “Onlar, şu mağaradan ileri geçmemişlerdir İz burada kesiliyor”
İçlerinden bir kısmı Ümeyye bin Halef ile beraber mağaranın ağzına kadar geldiler
Bu sırada sevgili Peygamberimiz ile Hz Ebû Bekir onları görüyor, fakat müşrikler, onları göremiyorlardı
Hz Ebû Bekir, fazlasıyla telâşa kapıldı ve üzüldü:
“Yâ Resûlallah!” dedi “Beni öldürseler de gam çekmem Ben nihâyet bir ferdim Amma, Allah göstermesin, sana bir zarar ve ziyan eriştirecek olurlarsa bu, bütün ümmetin helâkine sebep olur”
Resûl-i Kibriyâ kemâl-i emniyet içinde, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” buyurarak ona teselli verdi
Hz Ebû Bekir, “Yâ Resûlallah” dedi “Onlardan birisi eğilip de ayaklarının dibinden bir bakıverse, bizi görür”
Fahr-i Âlem Efendimiz, yine emîn ve mütevekkil bir şekilde şöyle konuştu:
“Yâ Ebâ Bekir, iki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen âkibetin ne olacağını zannediyorsun? Yakalanacağımızı mı sanırsın?”1 Sonra da Hz Ebû Bekir’in iç ferahlığına kavuşması için Cenâb-ı Hakka duâ etti2
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’inde bu hâdiseye şu âyetiyle işâret eder:
“Siz Allah’ın Resûlüne yardım etmeseniz de, Allah ona yardım etmiştir Kâfirler onu yurdundan çıkardıklarında, mağaradaki iki kişiden biri olduğu halde o, yanındaki dostuna ‘Üzülme,’ diyordu, ‘Allah bizimle beraberdir’ Allah böylece onun üzerine emniyet ve rahmetini indirdi, sizin göremediğiniz ordularla onu takviye etti ve kâfirlerin dâvâsını alçalttı Yüce olan Allah’ın dâvâsıdır Allah’ın kudreti herşeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir”1
Örümcek ve güvercinlerin nöbettarlığı
Sevr Mağarasına oldukça yaklaşan müşrikler, “Şu mağarayı da arayalım” dediler
Konuşulanları Fahr-i Kâinat Efendimizle Sıddık-ı Ekber duyuyorlardı
İçlerinden biri mağaranın ağzına kadar geldi Fakat içeri girip bakma lüzumu hissetmeden geri döndü
“Neden girip içeri bakmadın?” diye sordular
“Mağaranın ağzında iki yabanî güvercinin yuva kurduğunu gördüm Orada olduklarına asla ihtimal vermem” diye cevap verdi
Azılı müşrik Ümeyye bin Halef ise, arkadaşlarına hiddetli hiddetli şöyle seslendi:
“Hâlâ mağaranın orada ne dolaşıp duruyorsunuz Orada örümceğin ağ bağladığını görmüyor musunuz? Vallahi ben, bu ağın Muhammed doğmadan önce gerilmiş olduğu kanaâtındayım”2
Bunun üzerine mağaranın yanından uzaklaştılar
Böylece Cenâb-ı Hak, nöbetçi tayin ettiği bir örümcek ve iki yabanî güvercin ile Sevgili Resûlünü bütün Kureyş’e karşı korumuş oluyordu
Perşembe günü sabahleyin Sevr Mağarasına, Hz Ebû Bekir’le birlikte giren sevgili Peygamberimiz Cuma, Cumartesi ve Pazar gecelerini orada geçirdi Üç gün üç gece mağarada gizlenmeleri, tedbir içindi Müşrikler bu zaman zarfında, onların Mekke civarından uzaklaşmış olduklarına kanaat getirecek ve bir derece takiplerini gevşetmiş olacaklardı Nitekim de öyle oldu
Mağarada gizlendikleri zaman zarfında, Hz Ebû Bekir’in oğlu Abdullah, aldığı tâlimat üzere gündüzleri Kureyşliler arasında dolaşıyor, ne konuştuklarını, neler düşündüklerini öğrendikten sonra, geceleri gelip Resûl-i Ekreme haber veriyordu Geceyi orada geçiriyor ve aydınlık tamamıyla etrafı sarmadan Mekke’ye geri dönüyordu
Diğer taraftan Hz Ebû Bekir’in kölesi Âmir bin Fuheyre de o civarda koyunlarını güdüyor, hem Abdullah’ın izlerini yok ediyor, hem de onlara süt götürüyordu
Böylece üç gün, üç gece süren hayat da geride kalmış oluyordu Kureyşlilerin Resûl-i Ekrem ve Hz Ebû Bekir hakkındaki arama taramaları da bir derece gevşemişti Hz Abdullah’ın Mekke’den getirdiği haber bu meyandaydı
Bu arada, daha evvel kararlaştırıldığı üzere kılavuz olarak tutulan Abdullah bin Üreykit de kendisine teslim edilen iki deve ile birlikte kendi devesi de yanında bulunduğu halde Pazartesi günü seher vakti Sevr Dağının eteğinde göründü
Peygamber Efendimiz ve beraberindekilere yol azığı olarak bir koyun kesilmiş, eti pişirilmişti Hz Ebû Bekir’in kızı Esmâ (ra), bunu bir dağarcığa koyup bir tulum su ile birlikte mağaraya getirdi
Hz Esmâ, dağarcık ve tulumun ağzını bağlamak için bağ getirmeyi unutmuştu Mağaradan hareket edileceği sırada civarda bağlayacak bir şey bulamayınca belindeki kuşağı yırtıp, iki parçaya ayırdı Bir parçasıyla yemek dağarcığının, diğer parçasıyla su tulumunun ağzını bağladı Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “Esmâ’ya Cennette iki kuşak var” diye buyurdu
Bu sebeple, Hz Esmâ’ya “Zatü’n-nıtakeyn (iki kuşak sahibi)” denilmiştir1 | |
| | | CİHAD-I AŞK Süper Üye
Mesaj Sayısı : 249 Nerden : malatya Kayıt tarihi : 04/10/08
| Konu: Geri: Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Perş. Mayıs 07, 2009 5:03 pm | |
| Sevr mağarasından ayrılış
Rebiülevvel ayının 4’ü, Pazartesi günüydü Mağaradan hareket saatı gelmişti
Hz Ebû Bekir, iki devesinden üstün olanını Resûl-i Kibriyâ Efendimize takdim ederek, “Anam babam sana fedâ olsun, yâ Resûlallah, buyur bin” dedi
Resûl-i Ekrem, “Ben, benim olmayan deveye binmem” diye karşılık verdi
Hz Ebû Bekir tekrar, “O, senindir Babam, anam sana fedâ olsun, buyur bin” dedi
Resûl-i Ekrem “Binmem,” dedi “Satın aldığın bedeli bana söylemedikçe binmem”
Mecbur kalan Hz Ebû Bekir, devenin fiâtını söyledi ve Peygamberimiz de onu kabul etti
Resûl-i Ekrem ve Hz Ebû Bekir develerine bindiler Hz Ebû Bekir, yolda kendilerine hizmet etsin diye terkisine azadlı kölesi Amr bin Füheyre’yi aldı
Yol göstermekte oldukça mâhir olan Abdullah bin Ureykit önlerine düştü Sevr Mağarasından ayrıldılar
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, doğup büyüdüğü mübârek şehirden ayrılıyordu Aşağısından geçerken Hezreve nâm mevkide devesini durdurdu Kudsî Beldeye mahzun mahzun baktı ve ona olan sevgisini şöyle dile getirdi:
“Vallahi, sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah katında en sevimli olanısın Bana, senden daha sevgili, daha güzel yurt yoktur
“Çıkarılmaya zorlanmamış olsaydım, senden asla ayrılmaz, senden başka yerde yurt, yuva tutmazdım”1
Bunun üzerine, Cenâb-ı Hak, Habîb-i Edîbini teselli eden şu âyeti inzâl buyurdu:
“Kur’ân’ı okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı sana farz kılan Allah, muhakkak ki, seni tekrar Mekke’ye döndürecek, âhirette de övülmüş bir makam olan en büyük şefaat mak----- kavuşturacaktır”1
Düşmanın takibini zorlaştırmak ve onu şaşırtmak gayesiyle Medine’ye doğru, herkesin gittiği yoldan ayrı bir yol takib edildi Önce, güney istikametinde Kızıl Denize yakın Tihâme’ye gittiler Sonra Kuzey’e döndüler Denizden uzak çöl içinden sahile paralel yol aldılar Salı günü öğleye kadar durup dinlenmeden deve sırtında yol katettiler Salı günü öğle üzeri bir gölgelikte bir nebze dinlenmek için konakladılar Peygamber Efendimiz, istirahata çekildi Hz Ebû Bekir ise başında bir muhafız gibi bekliyordu Bir taraftan da etrafa göz gezdiriyordu Uzakta bir çoban gördü Yanına gitti Çobanın koyunundan sağdığı bir miktar sütü alıp getirdi Resûl-i Ekrem uyanınca kendisine takdim etti Efendimiz kanasıya içti2
Sütsüz keçinin süt verişi
Yolculuk esnasında garip hâdiseler cereyan ediyordu
Yanına varıp süt istedikleri bir çoban, “Yanımda süt verecek şu keçiden başkası yok Fakat o da hamile oldu ve sütü çekildi” dedi
Resûl-i Kibriyânın şifâlı ve bereketli eli keçinin memelerine uzandı Mübârek elleriyle, onları sığadı ve duâ etti Memeler, anında sütle doldu Sağılan sütü hepsi kana kana içti
Hayretler içinde kalan çoban, “Allah aşkına, sen kimsin? Şimdiye kadar senin gibisine rastlamadım” diye sordu
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Kim olduğumu söylerim, ama gördüğünü, duyduğunu gizli tutmak şartıyla” dedi
Çoban, “Olur, gizli tutarım” diye söz verince, Fahr-i Âlem Efendimiz, “Ben Allah’ın Resûlü Muhammed’im” buyurdu
Hayreti bütün bütün artan çoban, “Demek Kureyş’in ‘Yolunu sapıttı’ dedikleri zât sensin, öyle mi?” dedi
Server-i Kâinat Peygamber Efendimiz, “Onlar, böyle söylüyorlar” buyurdular
Bunun üzerine çoban, “Ben; şehâdet ederim ki, sen bir peygambersin Getirdiğin de haktır Senin yaptığını ancak bir peygamber yapabilir Ben, sana tâbi oldum” dedi ve orada İslâmiyetle şereflendi
Çoban, ayrıca kendileriyle gitme arzusunu da izhar etti Fakat Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Senin, buna bugün gücün yetmez Benim muvaffak olduğumu haber aldığın zaman, bize gel, katıl” buyurdu1
Kısır keçinin süt vermesi
Fahr-i Âlem Efendimiz beraberindekilerle üçüncü uğrak yerleri olan Kudeyd mevkiine geldiler Orada oturan Ebû Ma’bed’in çadırı önünden geçerken satın almak maksadıyla, “Hurma veya yiyecek başka bir şey var mı?” diye sordular
Ebû Ma’bed o anda orada yoktu Hanımı Âtike Ümmü Ma’bed, “Hayır, yiyecek bir şey yok” diye cevap verdi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir tarafta zâif bir keçi gördü
“Bunda süt yok mu?” diye sordu
Ümmü Mâ’bed, “Onun vücudunda kan yoktur, nereden süt verecek?” dedi
Peygamber Efendimiz, “İzin verirsen sağarım” buyurdu
Ümmü Ma’bed, sürü ile otlamaya gidemeyecek kadar zâif olan keçiden süt çıkmayacağını biliyordu Fakat, misâfire “olmaz” demenin uygun düşmeyeceğini düşünerek, “Pekâlâ, onda süt bulursan, sağıver” dedi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, gidip keçinin beline elini sürdü ve memesini de mübârek eliyle meshetti Sonra, “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek duâ etti Daha sonra, “Bir kap getiriniz, sağınız” buyurdu
Sağdılar Getirdikleri kocaman kap doldu
Peygamber Efendimiz önce Ümmü Ma’bed’e, sonra da orada bulunanlara doyuncaya kadar içirdi En sonunda kendileri içti Tekrar sağıp içtiler Üçüncü defa da sağıp, onu Ümmü Ma’bed’e bıraktılar Sonra da oradan ayrılıp yollarına devam ettiler
Az sonra, Ebû Mâ’bed geldi Kap içindeki sütü görünce, “Bu ne?” diye sordu
Ümmü Mâ’bed, “Buraya mübârek bir zât geldi Şöyle şöyle söyledi, keçiyi böyle sağdı” diyerek olup bitenleri tafsilatıyla anlattı
Ebû Ma’bed, “Bunda bir hikmet var O zâtın şekil ve simâsı nasıldı?” diye sordu
Ümmü Mâ’bed, “Orta boylu, kara kaşlı, kara gözlü ve gayet nurânî yüzlü, lâtif bir adamdı” diyerek Peygamber Efendimizin şekil ve şemâilini birer birer beyan etti
Bunun üzerine Ebû Mâbed, “Vallahi” dedi “Bu senin tarif ettiğin zât, Kureyş içinde zuhûr eden peygamberdir Eğer, ben burada bulunsaydım, ona tâbi olur, beraberinde gitmeyi ondan dilerdim”1
Resûlullahtan “Bu keçiyi kesme” diye de emir alan Ümmü Ma’bed şöyle demiştir:
“Resûlullahın memesini meshettiği o zâif keçi Hz Ömer’in hilâfetinde meydana gelen hicretin 18 yılındaki kıtlık ve kuraklığa kadar sağ kaldı Yeryüzünde hayvanlar yiyecek bir şey bulamazken, biz onu sabah ve akşam sağardık”1
Sürâka’nın başına gelenler
Kureyş’in Peygamber Efendimizi ele geçirenlere yüz deve va’d ettiği, Kinâne Kabilesinden olup o havalide yaşayan Beni Müdlic aşireti tarafından da duyulmuştu Sahil yolundan iki deve ile dört kişinin geçip gittiğini de işitmişlerdi
Bunlardan gayet cesur ve aynı zamanda iyi iz takip eden Sürâka bin Mâlik de, bu mükâfatın tatlılığına kanarak Resûl-i Ekrem Efendimizi takibe koyulmuştu Bir ihbar üzerine harekete geçen Sürâka, kısa zamanda izlerini buldu Dörtnala koşturduğu atı ile gittikçe Resûl-i Ekrem Efendimiz ve beraberindekilere yaklaşıyordu Aralarında az bir mesafe kalmıştı Hz Ebû Bekir Sürâka’nın geldiğini görünce telaşlandı
Peygamber Efendimiz, mağarada olduğu gibi, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” dedi ve dönüp Sürâka’ya baktı Sürâka’nın atının ayakları bir anda dizlerine kadar yere battı Kurtulunca, tekrar takib etti Fakat yine atının ayakları yere saplandı ve atının ayaklarının saplandığı yerden duman gibi bir şey çıktı O vakit anladı ki; ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden gelmez ki, ona ilişsin
“Yâ Muhammed” dedi “Duâ et kurtulayım Sana hiç dokunmayacağım Seni takib edecek kimselere de senden hiç bahsetmeyeceğim”2
Server-i Kâinat Efendimiz duâ etti Cenâb-ı Hak, duâsını kabul etti ve Sürâka’yı o müşkil durumdan kurtardı
Sürâka Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına vardı Kendisini tanıttı İlerde İslâmiyetin her tarafa hâkim olacağı mülâhazasıyla bir emânname istedi Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, kendisine yazılı bir emânname verdi Bir rivâyete göre, bu emânnameyi Hz Ebû Bekir,1 diğer bir rivâyete göre ise Âmir İbn-i Füheyre yazdı2
Emânnameyi alan Sürâka, “Ey Allah’ın peygamberi, emret istediğini yapayım” dedi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Git, öyle yap ki, başkası gelmesin” diye ferman etti
Peygamber Efendimizden bu tâlimatı alan Sürâka derhal geri döndü Arkadan gelen Kureyş’in takipçilerine de, “Ben buraları arayıp taradım, kimseyi bulamadım Başka tarafa bakalım” diyerek onları geri çevirdi3
Kaderin tecellisine bakınız ki, günün başlangıcında sevgili Peygamberimizi ele geçirmek ve öldürmek için atına atlayıp takibe çıkan Sürâka, günün sonunda, aynı zâtın bir muhafızı oluyor ve onu düşman takibçilerinden korumaya çalışıyor
Sonraları Ebû Cehil, Sürâka’nın bu haline vâkıf olunca, pek ziyâde gadaba geldi ve onun gayretsizliğinden bahsederek, hakkında bir kıt’a hicviye söyledi
Mu’cize-i Ahmediyye’ye şâhid olan Sürâka da ona, “Eğer, atımın ayaklarının yere gömüldüğünü göreydin, sen de Muhammed’in peygamberliğine îmân ederdin” kıt’asıyla cevap verdi4
Aynı Sürâka, Hicretin sekizinci senesinde Resûl-i Ekrem Efendimizin Huneyn Gazasından dönüşü sırasında huzur-ı risâlete emânname ile gelecek ve İslâmiyetle müşerref olup, Peygamberimizin iltifatına mazhar olacaktır
Sürâka döndükten sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz beraberindekilerle yine kızgın çöller üzerinde yol almaya başladı Sanki gökten alev yağıyor, yerden kızgın kıvılcımlar fışkırıyordu
Bu sırada onları bir çoban gördü Kureyş’e haber vermek üzere son sür’at Mekke’ye geldi Fakat, şehre girer girmez ne için geldiğini birden unutuverdi Ne kadar çalıştı ise, bir türlü hatırlayamadı Mecbur olup geri döndü Sonra anladı ki, ona unutturulmuş1
Hz Zübeyr bin Avvam, Şâm ticâret kafilesiyle Medine’den Mekke’ye gitmekte idi Yolda Resûl-i Kibriyâ Efendimizle karşılaştı Peygamber Efendimiz ile Hz Ebû Bekir’e birer beyaz Şâm maşlahı giydirdi Medineli Müslümanlardan birinin, “Resûlullah ve arkadaşları geciktiler” dediğini haber verdi Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, hareketini sür’atlendirdi2
Mekke’ye gelip işlerini yoluna koyan Hz Zübeyr bin Avvam da Medine’ye hicret etmiştir | |
| | | CİHAD-I AŞK Süper Üye
Mesaj Sayısı : 249 Nerden : malatya Kayıt tarihi : 04/10/08
| Konu: Geri: Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti Perş. Mayıs 07, 2009 5:04 pm | |
| Büreyde’nin Müslüman olması
Deve sırtında sür’atle yol alan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz beraberindekilerle gelip Amim denilen mevkie ulaştı
Sehmoğulları yurdu buraya yakındı Reislerinden Büreyde bin Huseyb, Kureyş’in 100 deve va’dini işitmiş olduğundan yanına seksen kadar adamını da alarak Peygamber Efendimizi buldu
Resûl-i Ekrem ona, “Sen kimsin” diye sordu
“Ben, Büreyde’yim” deyince, Peygamber Efendimiz Hz Ebû Bekir’e, “Yâ Ebâ Bekir! İşimiz, serinledi ve düzeldi” dedi
Peygamberimiz tekrar Büreyde’ye, “Kimlerdensin?” diye sordu:
“Eslem Kabilesindenim” cevabını verdi
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, yine Hz Ebû Bekir’e dönerek, “Yâ Ebâ Bekir,” dedi “Selâmete erdik”
Peygamber Efendimiz, “Eslem’in hangi kolundansın?” diye sordu
Büreyde, “Sehmoğullarındanım” dedi
Bunun üzerine Efendimiz Hz Ebû Bekir’e, “Yâ Ebâ Bekir, okun çıktı” buyurdu
Fahr-i Kâinat, katiyyen tatayyur1 etmezdi Yalnız güzel şeylerde, hasenatta tefeül ederdi, yani hayra yorardı Onun için Büreyde’ye rastlamasını iyi bir hal ve alâmet saydı
Bu sefer Fahr-i Kâinatın akval ve etvarındaki metanet ve ağırbaşlılığa, lisanındaki düzgünlüğe müsahhar ve hayran olan Büreyde, “Peki, yâ Sen kimsin?” diye sordu
Resûl-i Ekrem, “Ben, Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’ın oğlu Muhammedim ve Allah’ın Resûlüyüm” dedi ve onu İslâma davet etti
Büreyde, davete derhal icâbet etti ve beraberindekilerle birlikte kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu2
Peygamber Efendimiz geceyi burada geçirdi
Sabah olunca Büreyde, “Yâ Resûlallah,” dedi “Yanında bir bayrak olmadan Medine’ye girmen doğru olmaz”
Sonra da sarığını çıkarıp mızrağının ucuna bağladı Medine’ye girinceye kadar Peygamber Efendimizin önünde onu taşıyarak yürüdü
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Büreyde hakkında, “Ashabımdan bir zât, bir memlekette vefât edecektir O, kıyâmet gününde, o memleketin nûru ve o memleket halkının önderi olacaktır” buyurmuştur1
Hakikaten, Büreyde Hazretleri İslâm uğrunda büyük fedakârlıklarda bulundu İslâm mücahidleriyle Horasan’a kadar gitti ve Merv’de vefât etti2 | |
| | | | Peygamber Efendimizin Medine'ye Hicreti | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |