Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mazeretler
Oruç tutmamayı ya da tutulan orucu bozmayı mubah kılan bazı mazeretler vardır. Bu mazeretler şöyle sıralanabilir:
1. Sefer (yolculuk) hali
Yolculukta bulunan bir kişi oruç tutmayabilir. Tutmadığı günlerin orucunu daha sonra gününe gün kaza eder. Bununla ilgili bir âyet-i kerîmede yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun." (Bakara 2/185.)
Oruç tutmamayı mubah kılan yolculuğun yaklaşık 90 kilometrelik bir mesafeye yapılmış olması, yolculuğa fecirden önce çıkılmış olması, yolculukta namazı kısaltarak kılmanın caiz olacağı bir mesafeye ulaşılmış olması şarttır. Çünkü yolculuğa çıkacak olan kişi, oruca başladıktan sonra yolculuğa çıkarsa artık seferîlik sebebiyle orucunu bozması mubah olmaz. Ama bir kişi fecrin doğuşundan yani imsak vaktinin başlamasından önce yolculuğa çıkar ve bulunduğu yerleşim biriminin sınırını geride bıraktıktan sonra fecir doğarsa, o kişi oruç tutmayabilir. Daha sonra o günün orucunu kaza eder.
Yolculuktayken oruca başladıktan sonra, normalde dayanılamayacak bir sıkıntı ve zorluğa mâruz kalan kişi orucunu bozabilir. Ashâb-ı kiramdan Hz. Câbir'in (r.a) rivayetine göre sevgili Peygamberimiz hicretin 8. yılında Mekke'yi fethe gitmek üzere Medine'den çıkarken oruç tutup yola koyuldu. Bu arada sahâbîler de onunla birlikte oruç tutmuşlardı. Medine'nin üst taraflarında Usfan mıntıkasındaki Kürâülgamim vadisine vardıklarında kendisine, "Oruç, insanları zora soktu; senden bir şeyler yapmanı bekliyorlar" denildi. O da kendisine bir bardak su getirilmesini istedi, getirilen suyu herkesin gözleri önünde içti. Onun böyle yapması üzerine bazıları oruçlarını bozdu, bazılarıysa oruçlu kalmakta devam etti.
Daha sonra bazılarının oruçlarını bozmadıkları haberi kendisine ulaştığında Allah Resulü (s.a.v), "Onlar âsidir/er, onlar âsidirler" (Müslim, Sıyâm, 14,) buyurdu.
Bu rivayete dayanarak cumhuru ulemâ, oruç tutmaya geceleyin niyet etmiş olsa bile, seferdeki kişinin orucunu bozmasının mubah olduğunu söylemişlerdir.
( Zûhaylî, el-Fıkhû'l-islâmî, 3/1695.)
Yolculuğun oruç tutmamayı mubah kılan mazeretlerden sayılabilmesi için, kişinin sürekli sefer halinde olmaması şarttır. Şoför, pilot, kaptan gibi sürekli yolculuk yapan kişiler, oruç tutmama ruhsatından yararlanamazlar. Ancak bunlar, oruç nedeniyle hastalanma veya vücut organlarından birinin zarar görüp telef olması gibi şiddetli bir sıkıntı ve zorlukla karşılaşma endişesine kapılırlarsa oruç tutmayabilirler.
Yolculukta bulunan kişinin oruç tutmamasının mubah olması için, yolculuğunun mubah bir iş için olması ve yolculuk esnasında bir yerde dört gün süreyle ikamete niyet etmemiş olması da şarttır.
Hanefî mezhebine göre yolculuk mubah amaçlı olmasa da oruç tutmama için yeterli bir ruhsat sayılır.
Yolculuk halindeki bir kişi oruçlu olarak sabahladıktan sonra fikir değiştirip orucunu bozmak isterse, bunu yapmasında sakınca yoktur. Daha sonra o günün orucunu kaza eder.
Hanefi mezhebine göre bu durumda orucu bozmak caiz olmaz.
Yolculuk yapmakta olan kişinin -eğer zarar görmeyecekse- oruç tutması tutmamasından daha faziletlidir. Bununla ilgili bir âyet-i kerîmede şöyle buy-rulmaktadır: "Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.", (Bakara 2/184.)
Yolculuk yapmakta olan kişi ramazan ayında ramazan orucunu tutmayıp adak veya kaza orucunu tutarsa, tuttuğu bu oruç geçerli olmadığı gibi ramazan orucu yerine de geçmez. Çünkü bu kişinin ramazan orucunu tutmaması, yolculuk mazereti dolayısıyla bir ruhsat olarak kendisine mubah kılınmıştır. Bu durumda onun ramazan orucundan başka bir oruç tutması caiz olmaz.
Hanefî mezhebine göre seferi kimse ramazan ayında ramazan orucu dışında nafile oruç değil de adak, kaza ve kefaret oruçları gibi farz veya vacip oruçları tutabilir.
Ramazan ayında yolcular ve hastalar dilerlerse ramazan orucunu tutabilirler. Tuttukları takdirde bu oruçları ramazan orucu olarak geçerli olur. Hz. Enes (r.a) der ki:
"Resûlullah (s.a. v) ile birlikte ramazanda yolculuk yapardık. Kimimiz oruç tutar, kimimiz tutmazdı. Ama tutanlar tutmayanları, tutmayanlar da tutanları ayıplamazdı." (Buhârî, Savm, 37; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/222.)
Ramazan orucunu eda etmekte olan kişinin yolculukta bu orucu tutmayabileceğin! söylemiştik. Ancak ramazan ayı dışında yolculuk yapmakta olan bir kişi, acilen kaza etmesi gereken orucu yolculuk mazeretine sığınarak tutmamazlık edemez.
Aynı şekilde bir kişi bir ay süreyle oruç tutmayı adar da sözünü ettiği o ayda yolculuğa çıkarsa, mutlaka o ayda adak orucunu tutması gerekir. Yolculuk mazereti, onun bu orucu o ayda tutmayıp daha sonraya ertelemesini mubah kılmaz. (Şirbînî, Mugni'l-Muhlâc, 2/169.)
2. Hastalık hali
Hastalık, oruç tutmamayı veya tutulan orucu bozmayı mubah kılan mazeretlerdendir. Takdir edilir ki her hastalık, oruç tutmamayı veya orucu bozmayı mubah kılan bir mazeret değildir. Oruç konusunda mazeret sayılabilecek olan hastalığın, kişinin oruç tutması halinde ölmesine veya hastalığının artmasına ya da iyileşmesinin gecikmesine yol açacak derecede ağır bir hastalık olması şarttır.
Oruç tuttuğu takdirde öleceğine veya duyu organlarından birinin fonksiyonunu yitirmesi gibi ağır bir meşakkate ve ciddi bir sıkıntıya mâruz kalacağına galip zanla kanaat getiren kişinin oruç tutmaması, tutmuş ise orucunu bozması gerekir.
Hasta bir kişinin, orucunu bozarken hastalık nedeniyle oruç bozma ruhsatından yararlanmaya niyet etmesi gerekir. Böyle bir niyeti olmadan orucunu bozması halinde günahkâr olur.
Hasta veya seferi kişi oruçlu olarak sabahladıktan sonra iyileşir veya yolculuğu sona erip ikamet mahalline varırsa, orucu bozmayıp tamamlaması gerekir. Ama oruç tutmama niyetiyle sabahladıktan sonra mazereti ortadan kalkarsa, günün kalan kısmında yemesi içmesi caiz olur.
Oruç tutmama mazereti bulunan bir kişi de, aynı şekilde oruç tutmama niyetiyle sabahladıktan sonra mazereti ortadan kalkarsa, günün kalan kısmında yemesi içmesi caiz olur.
Hasta veya yolcu olduğu için ramazanda oruç tutmayan kişinin, ramazan çıktıktan sonra bir dahaki ramazana kadar bu orucunu kaza etmemesi durumunda artık hem kaza orucunu tutması hem de kefaret vermesi gerekir. Kefâret ise, tutulmayan her gün için yükümlünün yaşamakta olduğu beldede en çok tüketilen gıda maddesinden 832 gramın yoksullara verilmesidir. Ödenmeyen kefarete her sene bir kat fazlası eklenir.
Ama oruç tutmamayı mubah kılan mazeret devam eder de kaza etme imkânı doğmadan bir sonraki ramazan gelip çatarsa kefaret gerekmez.
Bu durumda yükümlünün, mazeretinin sona ermesinden sonra sadece gününe gün kaza etmesi gerekir. Kaza etme imkânını bulmadan ölürse, herhangi bir şey gerekmez. Ama kaza etme imkânını bulduğu halde kaza etmeden ölürse, velisinin onun yerine kaza etmesi mendup olur.
Kaza etmezse, bıraktığı terekeden her gün için, içinde bulunulan beldenin en çok tüketilen gıda maddesinden 832 gramı yoksullara vermesi gerekir. Zira bu konuda Abdullah b. Ömer'den (r.a) gelen bir rivayette bu hüküm açıkça ifade edilmektedir: "Üzerinde ramazan orucunun kazası bulunduğu halde ölen kişinin yerine (velisi) her bir gün için bir düşküne yemek versin." (Tirmizî, Savm, 4.)
Aynı konuda Hz. Âişe validemiz, Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Üzerinde oruç borcu bulunduğu halde ölen kişinin yerine velisi oruç tutar." (Buhâri, Savm, 42.)
3-4. Gebelik ve çocuk emzirme hali
Gebe kadının, kendisinin veya başkasının çocuğunu emzirmekte olan kadının, geçmiş tecrübesine veya uzman bir hekimin ifadesine dayanarak kendi şahsına veya emzirmekte olduğu çocuğa bedenî veya aklî bir zarar dokunacağına galip zanla kanaat getirmesi durumunda oruç tutmaması mubah olur. Bu hususta sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz yüce Allah seferî kişinin üzerinden orucu ve namazın yarısını; hamile ve emzikli kadından da orucu kaldırdı." (Nesâî, Sıyâm, 51; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/230.)
Bu durumdaki kadınlar, kendilerinin veya çocuklarının ölmesinden endişe ederlerse oruç tutmaları haram olur. Tutmadıkları oruçları daha sonra gününe gün kaza ederler. Ama sadece çocuklarına zarar gelmesinden endişe etmeleri sebebiyle tutmadıkları oruçları gününe gün kaza etmekle beraber, her gün için birer fidye vermeleri de gerekir. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/174.)
5. Yaşlılık hali
Senenin herhangi bir mevsiminde oruç tutmaktan âciz olan çok yaşlı insanların oruç tutmamalarının câizliği konusunda islâm âlimleri görüş birliği etmişlerdir. Bunlar oruç tutma gücünden yoksun oldukları için, tutamadıkları oruçları kaza etmekle de yükümlü değildirler. Ancak fidye olarak her günün orucu için bir yoksulu doyurmaları gerekir. (Nevevi, el-Mecmû; 6/263.)
Bu konuda bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: "Oruca zorlanarak gücü yetenler bir yoksulu doyuracak fidye verirler." (Bakara 2/184.)
iyileşmesinden umut kesilen hasta da oruç tutmama hususunda aynı hükme tâbidir. Yüce Allah kullarını hiçbir işte zora sokmadığı gibi dinî konularda da zora sokmamıştır. Bu husustaki bir âyette şöyle buyrulur:
"(Allah) dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi." (Hac 22/78.)
Oruç tutamayacak derecede yaşlanmış bir kişi veya iyileşmesinden umut kesilen bir hasta, oruç tutmayı adarlarsa, bunların adaklarını yerine getirmeleri gerekmez. Çünkü bunlar oruç tutmaktan âcizdirler. Dolayısıyla oruç tutmaya dair ilâhî emrin muhatabı değildirler.
Ramazan orucunu tutamadığı için fidye vermesi gereken çok yaşlı veya iyileşmesi umulmayan ağır hasta, yoksul ise fidye verme yükümlülüğü ortadan kalkar. Ama daha sonra malî durumu iyileşirse fidye vermesi gerekir. Vermeden ölürse, terekesinden verilmesi icap eder. (Nevevî, el-Mecmû', 6/262.)
Ramazanda oruç tutmaktan âciz olan ama ramazanda tutamadığı orucu daha sonra kaza etme gücüne sahip olan kişinin, bu orucu kaza etmesi gerekir. Bunun fidye vermesine gerek yoktur.
6. Aşırı derecede acıkma ve susama hali
Ölmesinden veya aklının noksanlaşmasından ya da organlarından bazısının işlerliğini kaybetmesinden korkulacak derecede şiddetli bir açlık veya susuzluğa maruz kalan kişinin oruç tutmaması yahut tutmuş olduğu orucu bozması caizdir. Böyle bir kişi ölmekten korkarsa, oruç tutması haram olur. Nitekim bu konuya ışık tutacak bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: "Kendi kendinizi tehlikeye atmayın." (Bakara 2/195.)
Böyle bir kimse daha sonra imkân bulduğunda orucunu kaza eder. Fidye vermesi gerekmediği gibi kefaretle de yükümlü olmaz.
7. Ağır işte çalışma hali
Maden ocaklarında, yer altında, sıcaklık derecesi çok yüksek olan fırınlarda ve benzeri riskli ve ağır işlerde çalışan kimseler, oruç tuttukları takdirde ciddi bir zarara uğrayacaklarsa; sahura kalkıp niyet etmeli, sonra da çalışma esnasında aşırı derecede acıkır veya susar ve bu nedenle bedenî bir zarara maruz kalmaktan korkarlarsa, oruçlarını bozmaları caiz olur. Bozdukları oruçlarını daha sonra imkân bulduklarında kaza etmeleri gerekir. Çalışırken bedenlerine bir zarar isabet ederse, oruçlarını bozmaları vacip olur.
Buraya kadar anlatılanlar, oruç tutmamayı veya tutulan orucu bozmayı mubah kılan mazeretlerin en önemlileriydi.
Oruçlunun oruca başlamasından sonra delirmesi veya hayız ya da nifas halinin başlamasına gelince, bu durumlarda da oruç bozmak mubah olur. Hatta oruç tutmamak gerekir. Tutulsa bile sahih olmaz.
Mazerete binaen orucunu bozan kişinin, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması
Hiçbir mazereti olmaksızın orucunu bozan meselâ ramazan-ı şerifte oruçlu iken yemek yiyen bir kişinin, işlediği bu suçun cezası olarak günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması; yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durması lâzımdır. Geceleyin fecirden önce oruca niyet etmeyi unutan kişinin de böyle yapması gerekir. Çünkü bunun unutması, oruç ibadetine gereken ilgiyi göstermediğini hissettirmektedir. Bu da bir nevi kusurdur. (Şirbînî, Mugni'l-Muhtâc, 2/171.)
Bir kişi şek gününde oruç tutar da bu orucunu bir şey yiyerek veya içerek bozar ve ardından o günün ramazan olduğu ortaya çıkarsa; hilâli gözetlemede gereken gayreti göstermeme suçunu işlediğinden ötürü günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması ve o günün orucunu bir an evvel kaza etmesi gerekir. Mutemet olan görüş budur.
Ramazan ayında gündüzleyin çocuk bulûğa erer veya deli akıllanır yahut gayri müslim bir kişi müslüman olursa, artık o günün orucunu eda etmeye yetecek kadar zaman kalmadığından, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması gerekmez. Ancak bu sayılanlardan islâm'a giren gayri müslimin veya akıllanan delinin, mezhepler arası ihtilâftan sakınmış olmak için o günün orucunu kaza etmesi mendup olur.
Oruçlarını bozmalarından sonra seferî veya hasta kişilerin seferîlik ve hastalık mazeretleri sona ererse, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranmaları vacip olmayıp müstehaptır. Müstehaplığı da ramazan-ı şerif ayına olan saygıdan dolayıdır.
Aynı şekilde hayızlı veya nifaslı kadınlar, ramazan ayında gündüzleyin bu halleri sona erip temizlenirlerse, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranmaları vacip olmayıp müstehaptır. Çünkü mazerete dayanılarak hak edilen ruhsatın kullanılmasından sonra mazeretin ortadan kalkması, artık o ruhsatın kullanımını etkilemez.
Hanefî mezhebine göre ramazan ayında mazerete binaen de olsa orucu bozulan kişinin mazereti ortadan kalktıktan sonra günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması gerekir.
Fecrin doğmasından sonra temizlik dönemine giren hayızlı veya nifaslı kadının, sefer hali sona eren yolcunun, şifa bulup iyileşen hastanın, kendine gelip akıllanan delinin, bulûğa eren çocuğun, islâm'a giren gayri müslimin, ramazan-ı şerif ayına saygı adına günün geri kalan kısmında oruçlu gibi davranması vacip olur. Bunlardan islâm'a giren gayri müslim ile bulûğa eren çocuk hariç, diğerlerinin tutmadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Çünkü bu ikisi, o gün fecrin doğuşu esnasında oruç tutmakla yükümlü değillerdi. (Tahtâvî, Haşiye ali Merâkı'l-Falâh, s. 370-371.)
Ancak özel halleri sebebiyle ramazan ayında oruç tutamayan kadınların, tutamadıkları oruçları ramazandan sonra kaza etmeleri gerekir.