Maddeler kabaca üçe ayrilabilir: ferromanyetler, paramanyetler ve diamanyetler.
Paramanyetler, tipki ferromanyetler gibi üzerlerine uygulanan manyetik alanla
ayni dogrultuda, fakat çok zayif bir biçimde, miknatislanirlar. Diamanyetler
de tam ters yönde. Bu nedenle, miknatislar paramanyetleri çeker ve diamanyetleri
iter. Normalde ferromanyet olan maddeler, Curie noktasinin üzerinde paramanyetiktir.
Yani, çok sicak bir demir parçasini, hatta erimis demiri bile güçlü bir miknatisla
çekmek mümkün.
Diamanyetik maddelere en iyi örnek bildigimiz su ve canli maddeler. Diamanyetik
maddenin en ilginç özelligi, miknatislar tarafindan boslukta sabit tutulabilmeleri.
Fotografta Hollanda'daki Nijmegen üniversitesinde gerçeklestirilen, zit yönde
etkiyen yerçekimi ve manyetik kuvvetlerle havada dengede durabilen küçük bir
kurbaga gösteriliyor. Detaylari ve ayni deneyin daha degisik diamanyetler için
nasil yapildigini görmek istiyorsaniz
http://www.sci.kun.nl/hfml/froglev.html adresini tiklayabilirsiniz.
12-) Bir yildizin karadelige dönüsebilmesi için kütlesinin belli bir limitin üzerinde olmasi lazim. Ama bir karadeligin olay ufkuna sahip olmasi için (teoride) kütlesinin belli bir limit üzerinde olmasina gerek yok. Örnegin bir kalemi bile yeterince sikistirabilirsek bir karadelik elde edebiliriz. Burada önemli olan kütlenin degil yogunlugun belli bir sinirin üzerine çikmasi.
Sorum su: Bir atomun kütlesinin, atomun hacmine oranla çok küçük bir alanda, çekirdekte toplandigini biliyoruz. Acaba atom çekirdeginin, ondan da öte proton ve nötronlarin her birinin kendi olay ufkuna sahip olacak yogunluklari yok mu? Eger varsa çekirdek içi kuvvetler bununla alakali olabilir mi?
Yukaridakilere bir de temel parçaciklarin noktasal olduklarinin varsayildigini
eklersek, herhalde sorun biraz daha belirginlesir. Eger temel parçaciklar, kütlenin
tek bir noktada toplandigi sonsuz yogunluklu maddeler iseler hepsi birer karadelik
olmali.
Noktasal parçaciklar varsayimi üzerinde durmak için yeterli yerimiz yok. Sadece,
parçaciklarin gerçekten noktasal olup olmadiklarini deneysel olarak sinamanin
mümkün olmadigini, buna karsin parçaciklarin bir büyüklügü oldugu konusunda
da yeterli deneysel veri olmadigini ekleyelim. Normalde atom çekirdeginin kapladigi
hacim olarak bildigimiz bölge, aslinda çekirdek içindeki, proton ve nötronlarin
yapi taslarini olusturan kuark ve diger temel parçaciklarin uyguladigi güçlü
kuvvetin etki mesafesinden doguyor.
Gerçi, sicim kuramlari temel parçaciklarin noktasal olmayip, ip gibi bir boyutlu
egriler seklinde oldugunu iddia etse de yukaridaki soru bu kuramlar için de
geçerli. Eger bütün temel parçaciklar noktasalsa, her biri gerçekten bir karadelik
olusturur mu? Böyle bir sey oluyorsa bu olayin varligini nasil anlayabiliriz?
Ne yazik ki bu sorularin yanitlari bilinmiyor. Çünkü yanit ancak kütleçekim
kuvvetinin kuantum kuramiyla verilebilir. Fizigin bu iki kuramini tek bir kuramda
birlestirme çabalari simdiye kadar basarisiz kaldi ve hâlâ parçacik fizikçilerini
mesgul eden önemli bir problem olma özelligini koruyor.
ABD'de Brookhaven Ulusal Laboratuvari'nda agir altin iyonlaranin isiginkine
yakin hizlarda çarpistirilmasi sonucu olusan parçacik yagmurunun kesit görüntüsü.
Çarpisma sonucu olusacak bir karadeligin Dünya'yi yutacagi biçiminde medyada
yer alan sansasyonel haberler, laboratuvar yetkililerince gülümsemeyle karsilanmisti.
Nedeni, karadelik olusmasi için çok daha yogun enerjiler gerekmesi ve olussa
bile, böylesine küçük bir karadeligin aninda yokolmasi.
Fakat neler olabilecegi konusunda bir fikir edinmemiz mümkün. Bunu da, kuantum
fizigini büyük karadeliklere uygulamayi basararak, karadeliklerin aslinda tam
kara olmadigini, disariya bir tür isima yayarak buharlastigini kesfeden Stephen
Hawking'e borçluyuz. Buharlasmanin neden kaynaklandigini kisaca hatirlamakta
yarar var. Kuantum fizigine göre uzay boslugu, özelliksiz bir bosluk degildir.
Aksine, boslukta parçacik karsit parçacik çiftleri kendiliginden ortaya çikarak,
kisa bir süre yasadiktan sonra birbirlerini tekrar yok ederler. Hawking, bu
olaylar bir karadeligin olay ufkunun çok yakininda oldugunda, çiftlerden birinin
soguruldugunu, fakat digerinin sonsuza kaçarak karadeligin hafiflemesine neden
oldugunu gösterdi. Buharlasma diye adlandirabilecegimiz bu olayin hizi sadece
karadeligin kütlesine bagli. Kolayca tahmin edilebilecegi gibi, karadelik ne
kadar büyükse, buharlasma da o kadar yavas oluyor. Öyleyse, her karadelik yeteri
kadar bir süre sonra (eger bu arada baska kütleler yutarak daha da büyümemisse)
buharlasarak yok olacaktir.
Büyük yildizlarin dogal evrimleri sonucu olusmus karadeliklerin yasam süreleri
çok uzun: Evrenin bugünkü yasindan kat kat daha uzun. Fakat ayni seyi daha küçük
kütleli karadelikler için söylemek mümkün degil, çünkü bir karadeligin yasam
süresi kütlesinin küpüyle ters orantili. Eger 10 gramlik bir kursun kalemi sikistirip
bir karadelik elde etmek mümkün olsaydi, (kalemi çekirdegin çapindan 10 katrilyon
kat daha küçük bir bölgeye sikistirabilseydik) bu karadelik 10-22 saniye içinde
buharlasarak yok olurdu. Aslinda bu kadar kisa sürede olan buharlasmayi "patlama"
olarak adlandirmak daha dogru. Yani küçük karadelikler, daha çevresindeki maddeyi
yutarak büyümeye zaman bulamadan patlayacaklardir.
Proton kütlesindeki bir parçacik için bu buharlasma süresi çok çok daha küçük.
Fakat daha temel parçaciklar ölçegine inmeden Hawking'in sonuçlari geçerliligini
kaybeder. Bunun da nedeni kisaca su: Karadelik küçüldükçe, buharlasma daha hizli
oluyor, yani kütle ve enerjisini daha hizli kaybediyordu. Bu, bir saniye içinde
karadelikten ayrilan isinimdaki parçaciklarin ortalama sayisinin ve ortalama
enerjisinin daha fazla olmasi anlamina geliyor. Karadeligin kütlesi 10 mikrogram
seviyesine indiginde, kaçan parçaciklarin ortalama kütlesi de 10 mikrogram büyüklügüne
erisiyor. Bu tip kütlelerde geride kalanin mi yoksa kaçan her bir parçacigin
mi asil karadelik oldugunu söylemek zor. Bu nedenle daha küçük kütleler için
olayin fiziginde önemli bir degisiklik var ve parçacik fizikçilerinin aydinlatmaya
çalistigi asil alan burasi. Daha küçük karadelikler için belki hâlâ niteliksel
olarak bir buharlasmadan söz edilebilir, ama Hawking'in sonuçlarinin buraya
uygulanmasi zor.
Tekrar temel parçaciklara dönersek: olayin fiziginde büyük bir degisim oldugundan
dolayi parçaciklar bildigimiz anlamda karadelik özellikleri tasiyamazlar. Problemin
nereden kaynaklandigi belli: Parçacik kütleleri ölçeginde bir karadelik olsa
bile bu karadeligin diger kütleleri yutarak büyümesi imkansiz.
Bunun disinda, kütle küçüldükçe olay ufkunun da küçüldügünü, ve parçaciklar
için olay ufkunun bildigimiz tüm uzunluk ölçeklerinden küçük oldugunu ekleyelim
(10-54 metre). Hiç bir hizlandiricida parçaciklarin bu kadar yakin olmasi saglanamadigi
için bu mesafelerde kütleçekim yasasinin hangi formda oldugunu henüz bilmiyoruz.
Yukarida bu soruya yanitimizin neden "bilmiyoruz" seklinde oldugunu
açiklamaya çalistik. Su anda elimizden ne yazik ki bu geliyor. Bu soruya verilecek
ilk yanit büyük bir olasilikla kuramsal alandan gelecek ve bir olasilikla kütleçekim
kuvvetinin doganin diger üç kuvvetiyle ilgisi de bu arada ortaya çikacaktir.
13-) Yeryüzünden bakildiginda yarim daire seklinde görülen gökkusaginin uçaktan bakildiginda çember seklinde oldugunu ögrendim. Gökkusaginin olusmasi neden çember seklinde oluyor?
Bu soruyu tam olarak yanitlayabilmek için "Gökkusagi nasil olusur?"
sorusunun da yanitlanmasi gerekir. Özellikle yagmurlu havalarda gördügümüz gökkusagi,
aslinda, Günes'in garip bir "ayna"da olusan bir görüntüsü. Söz konusu
"ayna" ise, böyle zamanlarda havada bulunan sayisiz su damlaciklari
tarafindan olusturuluyor. Olay, Günes'ten gelen isik isinlarinin küresel su
damlaciklari içinde kirilarak, bir kaç iç yansimadan sonra disari farkli bir
yönde çikmasindan kaynaklaniyor.
Küresel bir su damlacigi üzerine düsen isigin izleyebilecegi yollar Sekil 1'de
gösteriliyor. Damlaya kirilarak giren isin, damlanin yüzeyine çarptiginda bir
kismi disari çikar (A isini), fakat bir kismi da iç yansimayla su içine geri
döner. Içeride kalan isin da damlanin yüzeyine tekrar degdiginde yine bir kismi
disari çikarak (B isini), geri kalan kismi yansir. Bu sekilde, damla içinde
kalan isin, sayisiz iç yansima sonucu her defasinda disariya bir kismini birakarak
gittikçe zayiflar.
Ana gökkusagi, damla içinde sadece bir iç yansima geçiren B isinlari tarafindan
olusturuluyor. Bunlar, neredeyse geriye, Günes'in oldugu tarafa dogru yönelirler.
Sekil 2'de kirmizi isik için, damla üzerine düsen isinlarin damlaya girdigi
yere bagli olarak izledikleri yollar gösteriliyor. Dogal olarak çikan isinin
hangi dogrultuya yönelecegi, gelen isinin damlaya nereden girdigine bagli.
Burada ilk bakista pek ilginç görünmeyen bir olay oluyor. Her isin farkli açilarla
geriye dönse de, bunlardan biri en yüksek açiya sahip. Kirmizi isik için bu
en yüksek açi 42°. Diger bir deyisle, damlanin özel bir yerine düsmeyen bütün
isinlar 42°'den daha az bir açiyla geriye yansiyorlar. Böyle bir en yüksek geri
dönme açisinin olmasi gökkusaginin olusumu için sart. Çünkü isinlarinin büyük
bir kismi bu en yüksek açiya yakin açilarda geri dönüyorlar. Örnegin, gelen
kirmizi isinlarin %20'si 41°-42° arasindaki 1 derecelik araliktan çikarken,
geri kalan %80'iyse, 0o-41° arasindaki 41 derecelik oldukça büyük araliktan
çikiyorlar. Bu durumda, isigin siddeti daha fazla oldugu için, 42°'den çikan
isinlari görmemiz daha kolayken, diger açilardan çikanlarin görülebilmesi çok
zor; özellikle geri tabandan gelen isik düsünülürse.
Eger Günes sadece kirmizi renkte isiga sahip olsaydi, bu isinlarin gökyüzünde
olusturacagi görüntü Sekil 2'deki gibi olurdu (abartili çizildi). Burada en
net sekilde görülebilen çemberin dis kismi olacaktir. Bu nedenle, pratikte,
bu tip isinlarin 42°'lik bir koni üzerinde geri yansidigini söylüyoruz.
Diger renklerin geri dönme açisi farkli: Örnegin, görülebilir tayfin diger ucundaki
mor isik suda daha fazla kirildigindan, en yüksek geri dönme açisi 40.5°'dir.
Günes'ten gelen beyaz isik degisik dalga boylarinda birçok renkten olustugu
için, damlaya girdikten sonra tek bir iç yansimayla disari çikinca, 40.5° ile
42° arasinda bilesen renklerine ayrilir; mor en içte, kirmizi en dista olmak
üzere.
Bu geri dönen isigin, Günes'in atmosferdeki su damlalarindan garip bir yansimasi
oldugunu düsünebiliriz: Yani gelen isinlar, bir koni üzerinde geri yansir. Bu
yansima gözle algilandiginda da Günes'in bu "garip ayna"daki görüntüsü
olan gökkusagini görüyoruz. Süphesiz bu görüntü, normal bir aynadakine hiç benzemiyor.
Gökkusagina baktigimizda, örnegin mavi olarak gördügümüz kisimlar, bakis dogrultusundaki
damlalardan geri dönen mavi isiklardan olusuyor. Bu damlalardan geri dönen diger
renklerse, baska yönlere gittikleri için sizin tarafinizdan görülemezler. (Tabii
baskalari bu damlalari degisik renklerde görebilirler.)
Gökkusaginin olustugu yerse, Günes isinlarinin gittigi dogrultunun 40° civarindaki
yönler. Dogal olarak bu bir çember. Fakat gökkusagi renklerini açik seçik görebilmek
için, bakilan dogrultuda yeteri sayida su damlasi olmak zorunda. Yerden yapilan
gözlemlerde, Günes ufkun üzerinde oldugu için, gökkusaginin alt yarisindan daha
büyük bir kismi yerle örtüsür. Yani, ya baktiginiz dogrultuda yere çok yakinsinizdir
ve burada yeterli sayida damlacik yoktur, ya da vardir ama geri tabandaki yerin
görüntüsü, zayif gökkusagini seçebilmenizi engeller. Tabii bunlar bir uçaktan
ya da yüksek bir dagin tepesinden bakanlar için geçerli degil.
Yine ayni nedenle, öglen Günes tam tepedeyken gökkusagini göremezsiniz. Kusagi
görebilmeniz için, Günes'in ufkun en fazla 42° üzerinde olmasi gerekir.
Son olarak, Sekil 1'deki C isininin da, benzer sekilde 50°-53° arasinda renklerin
ters siralandigi (kirmizi içte, mor dista) bir kusak olusturdugunu ve uygun
hava kosullarinda bunu görmenin mümkün oldugu da ekleyelim. Fakat A isini için,
yukarida bahsettigimiz en büyük açi olmadigindan, bu isinlar renkli bir kusak
olusturamiyor.
14-) Uzun zamandir merak ettigim bir seyi size sormak istiyorum. Madem isik fotonlardan olusuyor; niçin camdan geçiyor da diger maddelerden geçemiyor? Eger fiziksel nedenini açiklarsaniz sevinirim...
Bu soruyu bütün elektromanyetik spektruma genellestirmek gerekir. Çünkü isik
olarak algiladigimiz sey aslinda elektromanyetik dalgalarin çok küçük bir kismi.
Çok uzun dalga boylu radyo dalgalarindan, dalga boyu atomun çapindan çok küçük
gama isinlarina kadar olan bu spektrumun, dalga boyu 0.4 mikronla 0.7 mikron
arasinda kalan kismini gözlerimiz algilayabiliyor. Bu nedenle bir fizikçiye
"isik" dediginizde çogunlukla tüm elektromanyetik spektrumu anlayacaktir,
sadece "görünür isik" dedigimiz sinirli kismi degil. Tüm canlilarin
gözlerinin neden bu genis spektrumun sadece küçük bir kismini algiladigiysa
daha degisik bir soru.
Öyleyse, tüm elektromanyetik spektrumu düsünürsek, soruyu "neden belli
bir dalga boyuna sahip isigi bazi maddeler geçirir de bazilari geçirmez?"
seklinde sorabiliriz. Bunu yanitlamaya kalktigimizda maddelerin birbirlerinden
farkli olmadigini görürüz. Yani her maddenin saydam oldugu bazi dalga boylari
ve saydam olmadigi bazi baska dalga boylari vardir.
Örnegin bildigimiz bütün metaller görünür isiga karsi saydam degildir. Bu kizilötesindeki
bütün düsük dalga boylari için de geçerli. Fakat morötesi isiklar kullandigimizda
her metal, dalga boyu belli bir degerden küçük isiklar için saydamlasir. Morötesi
saydamlasmasi denilen bu olay sadece metallere özgü degil. Bütün maddeler düsük
dalga boylu morötesi isinlar, X isinlari ve gama isinlari için saydamdirlar.
Zaten X isinlarini kullanan Röntgen filmleri bu olay sayesinde kullanilabiliyor.
En ilginç örnekse herkesin bildigi en saydam madde olan su. Görünür isigin hepsini
geçirmesine ragmen, bu pencerenin disindaki bizim göremedigimiz isinlarin çoguna
karsi saydamligini kaybeder. Su, morötesinden baslayarak bir kaç Angströmlük
dalga boylarina kadar ve kizilötesinden baslayarak radyo dalgalarina kadar bütün
elektromanyetik dalgalari güçlü bir sekilde sogurur. Bu oldukça garip bir durum.
Eger bir gün, gözlerini bizim gördügümüz isik yerine, elektromanyetik spektrumun
baska bir kismini görmek için kullanan bir "uzayliyla" karsilasirsak,
ve onlardan suyu tarif etmelerini istersek yanit "simsiyah bir sivi"
olacaktir! Peki neden sadece suyun geçirgen oldugu dalga boylarini görebiliyoruz?
Bu bir rastlanti mi, yoksa suyun atmosferde ve hayatin basladigi denizlerde
bol miktarda bulunmasinin gerektirdigi bir zorunluluk mu? Bunun yanitini siz
verin.
Peki maddelerin hangi dalga boyunda saydam olacagi nasil belirleniyor? Elektromanyetik
dalgalar maddedeki elektronlarla etkilesirler. Yani isik maddeden geçerken,
elektronlar tepki vererek hareketlerini degistirirler. Bu etkilesimin sonuçlarini
kuantum kavramlariyla açiklamak daha kolay. Kuantum kuramina göre maddedeki
elektronlar sadece belli enerji seviyelerinde bulunabilirler ve bu seviyeye
özgü bir hareket yaparlar. Burada önemli olan elektronlarin enerjilerinin sadece
belli degerler alabilmesi. (Dogal olarak bu seviyeler maddeden maddeye degisiyor.)
Eger bir elektron bir seviyeden daha yüksek bir baska seviyeye geçmek isterse,
çevreden bir sekilde iki seviyenin enerji farki kadar enerji almak zorunda kalir.
Benzer sekilde, elektron daha düsük bir seviyeye geçmek istiyorsa, fark kadar
enerjiyi çevreye bir sekilde vermek zorunda.
Elektromanyetik dalgalar da foton olarak adlandirdigimiz paketlerle enerji tasirlar.
Örnegin 0.4 mikron dalga boylu mor isik 3.1 eV'luk enerji tasiyan paketlerden
olusmustur. (1 eV bir elektronun 1 voltluk bir gerilim altinda hizlanmasiyla
kazandigi enerji). Bu bizim için oldukça küçük, ama elektronlar için tipik bir
enerji. Fotonlar elektronlarla etkilestiklerinde iki farkli durum söz konusu:
Ya fotonun enerjisi, elektronu bulundugu seviyeden baska bir seviyeye çikarmak
için gereken enerjiye esittir, ya da degildir.
Eger foton enerji farkina esit enerji tasiyorsa, elektron bu fotonu sogurarak
üst seviyedeki hareket durumuna geçer. Böylece gelen isik sogurulmus ve maddeyi
geçememis olur. Bundan sonra elektronun ne yaptigini da kisaca anlatmakta yarar
var. Elektron üst seviyelerde oldukça kararsizdir ve bir süre sonra degisik
yöntemlerle tekrar alt seviyelere düser: Ya elektron kaybetmesi gereken enerjiyi
bir foton olarak rasgele bir yöne yayar (bu olaya, yani sogurulmadan hemen sonra
gerçeklesen isik yayinimina, flüoresans deniyor) ya da elektron enerjisini madde
içindeki atomlarin hareket enerjisine çevirir. (bu da maddenin isinmasiyla sonuçlanir.)
Fotonun sogurulmasi için enerjisinin tam olarak enerji seviyeleri farkina esit
olmasi gerekmedigini ekleyelim. Biri Doppler etkisi olmak üzere bir çok degisik
nedenden dolayi, elektronlar fotonlarin biraz az ya da biraz fazla enerjisi
olmasini hos görüyle karsilayarak bunlari memnuniyetle sogururlar.
Diger durumda, yani gelen fotonun enerjisi, madde içindeki elektron seviyelerinden
ikisinin farkina esit degilse, bu fotonun sogurulma olasiligi yoktur. Böyle
bir foton madde içinden geçer gider. Maddelerin saydamligi sogurulmanin mümkün
olmadigi durumlarda ortaya çikar.
Artik, örnegin kirmizi renkli bir camin neden böyle oldugunu rahatlikla açiklayabiliriz.
Böyle bir cam sadece kirmizi isigi geçirir (çünkü içinde kirmizi isigi sogurabilecek