|
| Hücre Yapısı ve Organeller | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
türkiyem Süper Üye
Mesaj Sayısı : 65 Nerden : TÜRKİYE Kayıt tarihi : 25/05/09
| Konu: Geri: Hücre Yapısı ve Organeller Perş. Şub. 11, 2010 3:16 pm | |
| İşaretlenmiş glikoz ve sülfatlarla yapılan gözlemlerde, proteinlere şeker ve sülfat eklenmesinin GA'nda gerçekleştiği kanıtlanmıştır. Mukopolisakkaritlerin de GA'nda sentezlendiği bilinmektedir. Bu madde bir iç salgı olup kıkırdak hücrelerinin yapışma katılır. Ayrıca tüm dış salgı hücrelerinin salgı yapımının yanısıra, iç salgı hüc¬relerinin (paratiroitteki glikoprotein salgısı gibi) birçok maddesinin, keza bitkilerdeki selülozun, karaciğer hücrelerinde lipoproteinferin sentezlenmesine katıldığı açık bir gerçektir. Bazı hücrelerde de lizozom granüllerini yaparak sitoplâzmaya vermektedir.
Uzun zaman, pek önemli bir organel olmadığı gerekçesiyle, dikkate alınmayan GA, son zamanlarda hücre zannın özgüllüğünü saptamada önemli görev almaşı nedeniyle, dikkatleri üzerine çekti. Çünkü hücre zannın özgüllüğü karbonhidratlarla saptanmaktadır ve karbonhidratlar da GA'nda sentezlenmektedir. Bazı karbonhidratların, proteinler gibi kalıtsal denetim altında sentezlendiğine ilişkin kanıtlar vardır. Kan grupları ve immunokimyasal incelemeler bunu göstermektedir.
Karbonhidrat taşıyan proteinler ve diğer maddeler özellikle hücre yüzeyinde bulunurlar ve hücrelerin birbirlerini tanımasın) (kendi doku türünden olanlar), diğer hücrelerle ilişki kurmasını, morfogenetik hareketlerin (embriyolojik hücre hareketleri) oluşmasını sağlarlar. Birhücrelilerin konjugasyon yaparken birbirini tanıması ve birbi¬rine yapışması hücre yüzeyindeki özel karbonhidratlarla olur. Embriyonik gelişim sırasında farklılaşmış hücrelerin bir araya toplanması için de bu karbonhidratlar önemlidir.
Hücre yüzeyindeki bazı glikoproteinlerin bozulmasıyla kanserleşmenin ortaya çıktığı bulununca, araştırmalar bu konu üzerinde yoğunlaştı. Virüslerin konukçu hücreleri tanıması (hücreye özgü virüsler) da bu karbonhidratlarla ya da karbonhidratlı proteinler aracılığıyla olmaktadır. Hücre içerisine endositosisle alınacak madde¬lerin lizozomlarda parçalanıp parçalanmayacağı ya da hangi asamaya kadar parça¬lanacağı bu endositoz zarın özgüllüğü ile saptanır. Bu zar da hücre zarından oluşur ve dolayısıyla GA'nın dolaylı denetimi altındadır. Sonuç olarak hücreye girecek ve çıkacak tüm maddeler, hücrenin bölünmesi, gelişmesi, farklılaşması, işlevleri ve diğer hücrelerle olan ilişkileri, hücre zan tarafından saptanır. Zarın özelliği de proteinlerle birlikte, karbonhidratlar tarafından sağlanır ve karbonhidratlar (glikozamin ve mannoz hariç; bunlar protein molekülüne ribozomlarda eklenir), özellikle terminal şekerler (galaktoz, fukoz ve sialik asit) protein zincirlerine GA'nda eklenir. Golgi aygıtının sistemleri ER'dan meydana gelmiştir.
D. RİBOZOM
Virüsler hariç tüm canlılarda bulunur. Yaklaşık 15 – 20 nm. (150 – 200 A°) çapında, hepsi birbirinin benzeri, küremsi ya da oval bölekçiklerdir. Hücrelerin en küçük organelidir. Özünde taban kısımlarıyla birbirine mRNA (messenger RNA) aracılığıyla yapışmış biri büyük (moleküler ağırlığı yaklaşık 1.300.000 dalton) diğeri küçük (moleküler ağırlığı yaklaşık 600.000 dalton) iki alt birimden meydana gelmiştir.
E. SENTROZOM
İlkel bitkilerde ve hayvan hücrelerinin büyük bir kısmında bulunur, interfazda kural olarak çekirdeğin yanındadır. Üç ile beş milimikron uzunluğunda, birbirine dik, ER ve ribozom taşımayan, ortası saydam; çevresi her biri 9 mikrotubulus tripletinden oluşmuş iki silindir halinde görülür. Sayıları çoğunluk iki tanedir (Dip-losoma); bazı hücrelerde çok sayıda olabilir. Sentriyoluma, etrafındaki sentroplazma ile birlikte "C e n t r o s o m a" denir. Bölünme başlarken, kutup ipliklerinin (iğ iplikleri) merkezinde bulunduğu için "C e n t r i o l= Sentriyol" adım alır. Hücre bölünmesi sırasında sentriyol de ikiye bölünerek, her biri bir kutba gider ve aralarında oluşan iğ ipliklerine, çekirdek zannın dağılmasıyla ortaya çıkan kromozomlar takılır. Fakat bölünme ne basit bir ikiye bölünmedir ne de DNA replikasyonunda olduğu gibi bir kontak sentezlenmedir. Belki eski kalıbın doğrudan doğruya okunmasıdır. Yeni sentriyolün mikrotubulusları, genellikle eski sentriyolden 100 nm. kadar uzaklıkta ve ona dik olarak ortaya çıkar. Büyük bir olasılıkla bilgi, var olan sentriyolden, oluşmakta olan kopyasına herhangi bir şekilde aktarılmaktadır. Fakat bu bilgi aktarılma düzeneğinin nasıl olduğu açıklanmamıştır.
Spermanın orta kısmında bulunan sentriyol kamçının kaide taneciği olarak görev yapar. Keza Sillerin ve kamçıların kaide taneciği de sentriyollere homologtur (kökendeş) ve onlardan doğrudan doğruya türemiştir. Keza duyu hücrelerindeki almaçın yapısına katılan birçok oluşum da sentriyollerden meydana gelmiştir. Tüm bu organeller bilgi aktarımı ile birbirinden doğrudan doğruya oluştuğuna göre, acaba, sentriyol ya da kaide taneciği yeniden meydana getirilebilir mi? Bu olanak partenogenetik çoğalan denizkestanesinin yumurtalarında gösterilmiştir. Olgunlaşma bölünmesi sırasında, sentriyolünü yitiren denizkestanesi yumurtası, sitoplazma içerisinde yeniden bir sentriyol meydana getirerek, spermanın getireceği sentriyolün iğ ipliklerindeki yerini almaktadır. Her ne kadar zorunlu durumlarda kendi kendine böyle otonom bir üretim gözlenmişse de, bugüne kadar ne sentriyolde ne de kaide taneciğinde DNA'ya rastlanmamıştır. Hayvansal ve bitkisel birhücrelilerdeki ve çok hücrelilerdeki sillerin, kamçıların ve kaide taneciklerinin mikrotubulus sayısı, hayret edilecek derecede birbirine benzerdir ya da aynıdır. Bu gözlem, adı geçen organların monofiletik olduğunu (aynı kökten geldiğini) kanıtlayabilir. Genellikle formülleri (9+2) ya da (9+0) şeklindedir. Sentriyolün esas görevi, çevresindeki mikrotubulusların oluşumunu sağlamak, kendisini çoğaltmak ve iğ ipliklerini meydana getirmek için organize etmektir. Kaide tanecikleri içindeki mikrotubulusların da doğrudan bunlardan meydana geldiği saptanmıştır. Sentriyolün, kromozomun anafaz hareketlerine katılıp katılmadığı bilinmemektedir. Buna karşın kaide tanecikleri sil hareketleri için bulunmak zorundadır.
Bazı kitaplarda iğ ipliklerinin kasılgan olduğu belirtilerek, bazı maddelerin katılmasıyla kısalıp uzadığı ve buna bağlı olarak sentromerine bağlı olduğu kromozomu kutuplara doğru kaydırdığı savunulmaktaysa da, bunu kanıtlayan herhangi birşey bulunamamıştır.
MiKROTUBULUSLAR VE MiKROFİLAMENTLER
Sitoplazmanın farklılaşmasıyla oluşan 10–25 nm. (10–9 m. = nanometre) çapındaki borucuklardır. Yapıtaşları, molekül ağırlığı 40.000 olan glo-büler bir proteindir. Bu proteine "T u b u l i n" denir. Tubulin monomerelerinin her birinin çapı 4-5 nm.'dir. Bunlar birbirine, en azından, belirli mikrotubuluslarda (örneğin iğ ipliklerinde), tekrar çözülüp ayrılacak şekilde bağlanmıştır (polimer yapmışlardır). Zincirler, büyük bir olasılıkla, birbirine, "D y n e i n" denen, diğer bir proteinle bağlanmıştır. Bu sonuncu protein, tubulusların yanlara doğru yaptıkları çıkıntının materyalini oluşturur ve kas filamentleri arasındaki enine bağların işlevini görür. Birçok durumda 13 tubulus zinciri bir borucuk oluşturmak için birleşmiştir. M i k rotu buluşlar (çoğulu mikrotubuli) yani borucuklar da birbirlerine ikili ve üçlü bir şekilde bağlanmıştır. Böylece tüm zincir dizileri bir arada tutulmuştur.
Mikrotubuluslar, hücrede birçok farklı görevi yüklenmiş ve buna ilişkin olarak da bazı yapısal değişikliklere uğramıştır. Hücrenin yapısal değişikliğinde (morfogenezinde) büyük önemleri vardır. Hücre bölünmesinde görev alan iğ ve kutup ipliklerini yapar ve keza sinir liflerindeki aksonların içinde boydan boya uzanır. Daha önce de değindiğimiz gibi hayvanlar ve az da olsa bitkiler âleminde bulunan sil ve kamçı, keza güneşsilerin (Heliozoa) yalancı ayaklarındaki eksen çubuğu mikrotubulusların katılmasıyla oluşmuştur. En önemlisi, bunların, sentriyol ve türevlerini yapmasıdır. Bir alkoloyit olan "C o l c h i c i n" (= karçiçeği özütü), tubulinle stökiyometrik (belirli oranlarda) olarak birleşir. Bu birleşme mikrotubulusların bütünlüğünü bozar (örneğin, iğ ipliklerini). Buna karşın sil mikrotubulusları bu maddeye dirençlidir. Mikrofilamentler, aktin ve diğer proteinlerden yapılmış 7 nm. çapındaki iplikçiklerdir. Bunlar hücre hareketinden ve sitoplâzma akıntılarından sorumludurlar. Sitokalazin ile bloke (felç) edilebilirler. F. PLASTİTLER
Mantar ve hayvan hücrelerinde bulunmazlar. Plastidler hücreyle beraber gelişerek görevine uygun şekil ve renk kazanırlar. Renklerine ve görevlerine göre plastidler üç grupta incelenirler. 1. Kloroplastlar: Kloroplastta fotosentezi gerçekleştirmek üzere bulunan thylakoidler, iç zar ve dış zar, stomalar, enzimler, ribozom, RNA ve DNA gibi oluşumlar vardır. Bu oluşumlar hem yapısal hem de işlevsel olarak birbirlerine bağlıdırlar ve her birinin kendi bünyesinde gerçekleştirdiği son derece önemli işlemler vardır. Örneğin kloroplastın dış zarı, kloroplasta madde giriş-çıkışını kontrol eder. İç zar sistemi ise "thylakoid" olarak adlandırılan yapıları içermektedir. Disklere benzeyen thylakoid bölümünde pigment (klorofil) molekülleri ve fotosentez için gerekli olan bazı enzimler yer alır. Thylakoidler "grana" adı verilen kümeler meydana getirerek, güneş ışığının en fazla miktarda emilmesini sağlarlar. Bu da bitkinin daha fazla ışık alması ve daha fazla fotosentez yapabilmesi demektir.
Bunlardan başka kloroplastlarda "stroma" adı verilen ve içinde DNA, RNA ve fotosentez için gerekli olan enzimleri barındıran bir de sıvı bulunur. Kloroplastlar sahip oldukları bu DNA ve ribozomlarla hem kendilerini çoğaltırlar, hem de bazı proteinlerin üretimini gerçekleştirirler. Fotosentezdeki başka bir önemli nokta da bütün bu işlemlerin çok kısa, hatta gözlemlenemeyecek kadar kısa bir süre içinde gerçekleşmesidir. Kloroplastların içinde bulunan binlerce "klorofil"in aynı anda ışığa tepki vermesi, saniyenin binde biri gibi inanılmayacak kadar kısa bir sürede gerçekleşir.
Bilim adamları kloroplastların içinde gerçekleşen fotosentez olayını uzun bir kimyasal reaksiyon zinciri olarak tanımlarlarken, işte bu hız nedeniyle fotosentez zincirinin bazı halkalarında neler olduğunu anlayamamakta ve olanları hayranlıkla izlemektedirler. Anlaşılabilen en net nokta, fotosentezin iki aşamada meydana geldiğidir. Bu aşamalar "aydınlık evre" ve "karanlık evre" olarak adlandırılır. Fotosentez: Bitkiler besinlerini kendileri üretmek zorundadır. Bu nedenle yapraklarındaki klorofil aracılığı ile güneş ışığını toplarlar. Toplanan güneş ışığı kimyasal enerjiye dönüştürülerek, genelde nişasta olarak depolanır ve gelişmek, büyümek için yakıt olarak kullanılır. Bitki güneşten aldığı ışık enerjisi ile karbondioksit ve sudan yararlanarak zengin içerikli bir besin olan glikoz (şeker) elde etmektedir. Besin elde etme adına gerçekleşen bütün bu kimyasal süreç Fotosentez olarak ifade edilir. Fotosentez için en temel şart, ışık ve ısıdır. Bitkiler ışık olmadan asla yaşayamazlar.
Yapraklar, bitkilerin besin üretim merkezidir. Bitki yapraklarını oluşturan hücrelerin içinde kloroplast denilen, çok küçük yapılar vardır. Bu yapıların içindeki yeşil renkli boyar madde (pigment) olan klorofil maddesinin görevi ışık yakalamaktır. Kloroplastlar güneş ışınlarını bir panel gibi toplayıp, kollektör gibi enerjiye dönüştürerek besin üretirler... Üretilen besin yapraklardan, bitkinin beslenmesi gereken diğer bölümlerine götürülür.
Uzunca bir MEŞE ağacının yaprakları, 1000 m2 lik bir panele eşdeğer 250 bin civarında mini enerji merkezi konumundadır... Fotosentez denklemi: 6CO2 + 12H2O + Işık enerjisi → C6H12O6 + 6O2 + 6H2O + 673 Kalori | |
| | | türkiyem Süper Üye
Mesaj Sayısı : 65 Nerden : TÜRKİYE Kayıt tarihi : 25/05/09
| Konu: Geri: Hücre Yapısı ve Organeller Perş. Şub. 11, 2010 3:23 pm | |
| 2. Kromoplastlar: Bitkilerde sarı, kırmızı, turuncu renkte olan plastidlerdir. Yaşlı yapraklarda, meyvelerde ve bazı yüksek yapılı bitkilerin köklerinde bulunur. Sarı renkte kromoplastlar —> Limon, Muz vb. Kırmızı Renkte olan Kromoplastlar: —> Domates vb... Turuncu Renkte olan Kromoplastlar —> Havuç vb.
3. Lökoplastlar: Renksizdirler. Bitkilerin ışık görmeyen kısımlarında (kök, yumru vb.) bulunurlar. Nişasta depolarlar. Fotosentez sonucu husule gelen glikoz, iletim sistemi vasıtasıyla depo yeri olan lökoplastlara gelir. Burada glikoz molekülleri birleşerek nişasta molekülleri meydana gelir. Nişastanın sentezi esnasında, su açığa çıkar. N sayıda glikoz molekülünün birleşmesi esnasında (n–1) sayıda H2O molekülü açığa çıkar. Nişasta taneciklerinin şekil ve büyüklükleri bitkinin çeşidine göre farklılık gösterir.
G. KOFUL (VAKUOL) Vakuol olarak da bilinir, sitoplazmada bulunan içi sıvı dolu boşluklardır. Endoplazmik retikulumdan, golgiden, hücre zarındar meydana gelebilir.
Sitoplazmadan ince bir zar ile ayrılır. Bu zar gerek yapı, gerekse geçirgenlik bakımından sitoplazma zarına benzer. Bunlar bir hücreli protistler ve bitki hücreleri için karakteristik ve önemlidir. Golgi aygıtından meydana gelirler. Yüksek organizasyonlu hayvan hücrelerinde de bulunabilirler. Bazı hücrelerde vakuoller, hücrenin değişmez bir organeli olduğu halde, diğer bazılarında gerektiğinde oluşan ve işi biter bitmez kaybolan yapılardır.
Tatlı sularda, yoğunluk farkından dolayı, vücut içerisine giren fazla suyu pompalayarak küçük kanalcıklar aracılığıyla dışarıya atmaktır. 4 çeşit koful vardır. Besin kofulu, sindirim kofulu, boşaltım kofulu ve kontraktil(vurgan)koful.
H. LİZOZOM
Mitokondriterin büyüklüğünde (0,5 mikron çapında); sayıca onlardan az ve daha düşük yoğunlukta; lipoprotein yapısında tek tabakalı bir zarla çevrilmiş, içle-rinde litik enzimler (hidrolazlar, proteazlar, lipaztar ve fosfatazlar; toplam kırktan fazla enzim saptanmıştır) içeren, çoğunluk küremsi keseciklerdir (Şekil 3,1 ve 5). İlk defa 1955 yılında fare karaciğerinde saptanmış, daha sonra alyuvarlar hariç, tüm hayvansal hücrelerde, özellikle vücudun savunmasından sorumlu olan akyuvarlarda ve makrofajlarda, bol miktarda bulunduğu görülmüştür. Bitki hücrelerinde, mantar¬larda ve mayalarda lizozom benzeri yapıların olduğuna ilişkin bazı kanıtlar vardır. Bakterilerde ise lizozom yoktur; fakat litik enzimler bulunmuştur.
Hücrelerdeki bileşikleri, özellikle protein, polisakkarit ve çekirdek asitlerin, hidroliz ederek parçalayabilen bu litik enzimler, bir zarla çevresinden ayrılmakta ve büyük bir olasılıkla da, lizozom İçerisinde etkisiz (inaktif) durmaktadır. Tahrip edilen bir fizozomdan dışanya akan enzimler, kısa bir sürede tüm hücre içeriğini liziz ederek (parçalayarak), onu ölüme sürükler. Bu olaya "Otoliz" denir, ölümden kısa bir süre sonra kokuşmanın ortaya çıkması, bu lizozomların bozulması nedeniyledir. Lizozom enzimleri ribozomlarda sentezlenerek ya ER aracılığıyla doğrudan doğruya ya da GA aracılığıyla dolaylı olarak paketlenerek, yani bir kesecik içerisine alınarak sitoplazmaya verilir, içi tanecikli, lamelli ya da homojen yapıda olabilir. Yumurtanın spermle birleşmesi sırasında, spermanın akrozomundan çıkarılan (yumur¬tayı delmek için) enzimler lizozom içeriğidir. Lizozomların iyi işlev görmemesi hücrelerin ve dokuların yaşlanmasına neden olur. Metamorfoz (başkalaşım) geçiren canlıların hücrelerinin bir çeşit eriyerek yeniden şekillendirilmesinde, erime işlemim gerçekleştiren lizozomlardır. Keza dokulardaki programlanmış (zamanı gelmiş) hücre ölümleri de yine bunlar tarafından yapılır.
I. FLAGELLA
Flagellin adı verilen proteinden oluşan bakterilere özgü hareket organeli. İnce, uzun ve iplik benzeri organeller olup hücrelerin yüzeyinden çıkar, hareket ve beslenmede kullanılır. Aynı zamanda akıcı madde ve tanecik nakline yararlar.
3. HÜCRE ÇEKİRDEĞİ
Kimyasal ve yapısal homeostazın korunması için gerekli olan ve genetik hafızayı meydana getiren veriler hücre çekirdeğinde toplanmıştır.
Morfolojik olarak deliklere benzeyen bu haberleşme yöreleri, moleküler boyutlarla ilgili olarak basit bir yayılma eğilimi değil de, sadece moleküllerin seçici bir geçişini sağlayan daha karmaşık yapılardır. Çekirdeğin içinde tek veya çok olabilen; yoğunluk ve renk bakımından çekirdekten farklı, genellikle yuvarlağımsı bir yapı şeklinde gözüken nükleol (çekirdekçik) vardır. Giriş safhasında çekirdeğin büyük kısmı, dezoksiribonükleoprotein liflerinden meydana gelir. Lifler, asit proteinlerle örtülü bir DNA molekülünden oluşmaları nedeniyle farklı çaplara sahiptir.
DNA molekülünün bazı yörelerinde protein bulunmayabilir; böylece lifin bazı yöreleri daha ince çapta olur. Liflerin uzunluğu, doğal olarak DNA molekülüne bağlıdır ve pek çok santimetreye ulaşabilir. Giriş safhasında nukleus materyalinin, spiralimsi bir oluşumla çok daha yoğun bir yapıya sahip olan ve yine dezoksiribonükleoprotein liflerinden oluşan kromozomlarda çözüldüğü görülür. Asit proteinler tarafından düzenlenen bu süreç, kuvvetli hidrofobik karşılıklı etkilerin oluşumuna bağlıdır. DNA molekülü içinde bazılarının birbiri ardına gelmesi, genetik hafızanın korunması için kod oluşturur. Bilgi karmaşık bir süreç aracılığıyla DNA'dan RNA'ya aktarılır. Etkili protein sentezinde kodun okunması, özel bir RNA şeklinin oluşturduğu kompleks düzeyinde gelişir.
Mesajcı RNA (mRNA) ve ribozomlar etkilidir. Ribozomlar, sitoplazma içinde poliribozomlar ve polizomlar adı verilen komplekslerle ilişkili olarak ya da serbest halde bulunan küresel yapılardır. Ayrıca pürtüklü endoplazmatik retikül zarlarına da bağlanabilirler. Her ribozom, farklı boyutlarda ancak her ikisi de ribonükle-oproteinlerden meydana gelen iki parçadan oluşur. İki parçanın gerek RNA molekülleri, gerekse protein molekülleri kendi aralarında farklıdır. Mesajcı RNA, ribozomun en küçük parçasına bağlanır, bir mRNA molekülü çok değişik sayıda ribozoma (polizomlar) bağlanabilir. Bu sayı, en az 4 ribozomdan en fazla 100 ribozoma kadar değişebilir.
Hücre başına ribozom sayısı, sözü edilen büyüme ve farklılaşma safhalarına göre değişiklik gösterir. Bununla birlikte hücre başına toplam ribozom sayısı, o hücrenin protein üretme gücüyle de oldukça ilgilidir. Polizomların sayısı veya R.E.R. gelişimi de ilgili protein sentezi ile ilişkisi bir başka konudur. Böylelikle serbest ribozomların sayısı ile poliribozomların sayısı arasında niceliksel ilişkinin ve başkalaşımlarının incelenmesi sonucunda sentetik-protein faaliyetinin değişimi hakkında bilgi alınabilir.
Bundan başka ribozomlar, pürtüklü retikül zarlarına bağlanabilirler. Bu sistemde, ribozom düzeyinde oluşan polipeptid zinciri, tübül zarından geçerek tübül boşluğunun içine doğru hareket eder. Yeni oluşmuş materyal, elektron mikroskobunun sınırında, tübül boşluğunun içinde görülür. Tübül içinde veya Golgi sistemine doğru hareket edebileceği gibi hücre dışı alana doğru da hareket edebilir.
Olgun akyuvar hücreleri ve mavi-yeşil alg hücrelerinde hücre çekirdeği yoktur. 4 kısımdan oluşur:
1. Çekirdek Zarı:
Çekirdek zarı, endoplazmik retikulumun devamı şeklinde olup endoplazmik retikulumun zarı ile bağlantı halindedir. Yapısında porlar bulunur. Bu porlar çekirdek plazması ile sitoplazm arasında serbest geçişe ve madde alış-verişin imkân sağlar. Çift katlıdır. Hücre zarına benzer. RNA ve ribozomları geçirme özelliğine sahiptir.
2. Çekirdek Özsuyu:
Yarı saydam ve akışkan yapıdadır. Su, protein, DNA, RNA, ribozom ve diğer maddeleri tutucu bir özelliktedir Çekirdek özsuyu %50 – 80, protein % 39. DNA % 10, RNA % 1, mineral ve diğer maddelerden oluşur. 3. Kromatin Ağ:
Nukleus (çekirdek) içinde bulunup özel boyalarla boyandığı zaman görülebilir, iplikçik şeklindekl bir ağ sistemidir. Kısalıp kalınlaşarak kromozomları oluşturur. Kalıtsal bilgiler kromozomlarda depolanır. 4. Çekirdekçik: Çekirdekçik, çekirdek içinde zar içermeyen ve interfaz aşamasındaki hücrelerde D grubu (13.14.15 ) ve G grubu (21 ve 22) no’lu kromozomların uç bölgelerindeki rRNA gen kümeleri nin (NOR) oluşturduğu, daha yoğun bir bölge olarak görülen bir bölümdür. Mitokondrial ribozomlar dışında ökaryotik hücrelerin tüm ribozomları, çekirdekçikte oluşturulur. Çekirdekçiğin büyüklüğü, aktivitesini gösterir. Ökaryotik ribozomların büyük altbirimi 5.8S,5S ve 28S rRNA’ların çeşitli proteinlerle birleşmesi sonucu, küçük altbirimi ise 18S rRNA ve proteinlerden oluşur. Bu bölgede insan hücreleri (haploid genomda) 200 kadar rRNA geni içerir. Bu genlerden RNA polimeraz I enzimiyle başlangıçta 45S’lik öncül rRNA’lar sentezlenir, daha sonra ribozomun yapısına katılacak olan 5.8S,18S ve 28S rRNA’lara parçalanır. Ribozomun yapısına katılan ve en küçük rRNA olan 5S rRNA genleri ise çekirdekte 2000 kopya şeklinde bulunur. Bu genlerin rRNA’ya yazılımı yine çekirdekçikte gerçekleşir. Çekirdekçik, mitoz bölünme sırasında çekirdek zarının dağılmasıyla birlikte bütünlüğü bozularak çözülür. İnterfazda yeniden ortaya çıkar. | |
| | | | Hücre Yapısı ve Organeller | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |